14 Haziran 2007 Perşembe

Türkiye'nin Doğu Sorunu ve Biraz Sağduyu

Bugünlerde ölen askerlerimiz ve Kuzey Irak yığınağı ile beraber tansiyon iyiden iyiye artıyor. İnsanımız bu gelişmelere göre hareket ediyor ve farkında olmadan doğu sorununu körüklüyor.

Her zaman için sağduyulu olmak zorundayız. Yaşanılanlar hoş değil belki ama bu olayların suçu masum doğu ve güneydoğu halkının olamaz. Geçmişte yapılan hataların bugünlere yansıması bu şekilde oluyor. Eğer zamanında bu bölge ülkemizin bir parçası olduğu gerçeğine dayanılarak yeterince yatırım alsaydı bugün ki durum çok farklı olacaktı.

Büyük şehirlere baktığınızda doğu ya da güneydoğu kökenli bir çok vatandaş olduğunu göreceksiniz. Bu kişiler içinde mutlaka olumsuz düşünce ve harekette bulunanlar var ama büyük çoğunluğu işinde gücünde insanlar. Bu insanlar üç kuruş kazanan asgari ücretle geçinen çoğunluk nüfusun bir parçası olarak ekmek peşinde yaşıyorlar. Bir kısmı ise okumuş ve önemli önemsiz memurluklarda çalışıyorlar. Duruma bakınca büyük şehirlerde gelişmeye kapalı olan doğu illerindeki olayları görmüyoruz. Bu olaylar daha çok kırsalda meydana geliyor.

Doğu ve güneydoğu illeri yeterince yatırım almış olsaydı, eğitim, sağlık (aile planlamaları dahil), eğlence, güvenlik ihtiyaçları karşılansaydı bugün bu gördüğümüz manzaradan farklı şeyler görürdük.

Gidenler bilir, gitmeyenler bilmez. Bu kadar basit..! Ben askerlik yıllarından biliyorum o bölgeyi. İnsanlar ezik bir ruh haline sahipler. Siz yeter ki bir şey isteyin. Başları üzerinde yeriniz var. Asker olun, olmayın fark etmez. Bazı semtlerde belki tepki var ama genelde bizlere hep iyi davrandılar. İki gram azığını ve tütününü paylaşırlar sizinle. Kendine "cigara" sarar sanırsınız.. İlk sardığı sizedir. İkincisini ya da ondan sonrakileri kendisi içecektir.

İnsanlar iki kuruş para kazansa, alışveriş merkezleri olsa, sineması, tiyatrosu ile diğer ihtiyaçları karşılansa bu insanın dağlarda ne işi var. İnsanlar yokluk içindeler. Bu nedenle ölmek ya da ölmemeyi pek umursamıyorlar demek ki..

Onları kazanmak bizim başlıca görevimiz. Arada yanlışlar yapanlar var. Onlar da zaman içinde eriyecektir kardeş halklar arasında. Atatürk bile bu insanları kazanmış ve milli mücadele zamanı yanına almıştır. Biz nasıl aksini yapabiliriz ki. Mustafa Kemal Atatürk milliyetçiliği her şeyin üstündedir. Mevcut milliyetçiliğin çok çok üzerinden seyreder, can yakmaz, yakanı da hoş görmez.

Türkiye'de çok canlar yandı. Artık yanmasın. Dostluk, kardeşlik, barış olsun. Çok mu zor..? Ülkemizdeki bütün insanlar kardeştir. Bu ülkenin insanıdır. Hala can yakan konuşmalar duyuyoruz ekranlarda.

Bu satırları okuyan kişi olarak lütfen Türkiye'de Sağduyunun Hakim Olmasına Katkıda Bulununuz! Oyunlara gelmemek lazım. Bizim insanımız kardeştir. Cumhuriyet ve Türkiye Cumhuriyeti kolay kurulmadı. Her yerden şehitimiz var bu ülkede. Onların anısına saygı için hepsi gibi aynı cephede savaşmak için sağduyulu davranalım.

İnsanları ayırmayalım. Sağduyulu olalım.

Can Dündar'ın güzel bir yazısı var. Bu günlere has olsa da bazı noktalara göre Can Dündar'ın düşüncelerini görebiliyoruz.


Çocuk mu kandırıyorlar?

Hani birbirinin arkasından demediğini bırakmayıp kameralar önünde karşılaşınca "Çok severiz birbirimizi" diye yalancıktan kucaklaşan paparazzi kahramanları var ya...
Güvenlik zirvesinden çıkan "Uyum içindeyiz" açıklaması onu andırıyor.
Hükümet ile Genelkurmay'ın arası böyle bal şekerdi de, niye birbirleri aleyhine bunca açıklama yaptılar?
Neden bu kadar kritik bir dönemde, şu efsanevi "devlet ciddiyeti"ne yaraşır şekilde, baştan bu zirveyi toplamak ve uyum görüntüsü vermek yerine "Hükümet talimat versin", "Yok asker istesin" diye çekiştiler?
iye Genelkurmay Başkanı K. Irak'a askeri müdahale gerektiğini söylerken Başbakan, hem de tam zirve öncesi "Dışarıyı boş verin, içeriye bakın" demecini verdi?
Sorunun bir boyutunun da dışarıda olduğunu, dolayısıyla işin "içinin dışına karıştığını" bilmiyor muyuz?
Sınır ötesi operasyonun kolay olmadığını anlayınca hükümetin "Eh içeri bakalım madem" diye dümen çevirdiğini görmüyor muyuz?
Çocuk mu kandırıyorlar?

* * *

Sivillerden refleks talep eden devletin şu son dönemki savunma refleksine ilişkin söylenebilecek tek kelime var:
Fiyasko!
Anafartalar saldırısından sonra yetkililerin açıklamalarından kurumlar arasındaki uyumsuzluğa, kamuoyu önündeki laf yarıştırmalardan halkı sokağa çağıran gece yarısı açıklamasına, o açıklamanın yanlış adamlarca yanlış anlaşılıp düzeltilmesine ve nihayet artık tamamen inandırıcılığını yitiren davul zurnalı "Gireriz ha" dayılanmalarına kadar tam bir çaresizlik, dağınıklık görüntüsü...Bundan sonrası için tek beklentimiz şu:,

Uyum içindeyseniz lütfen susun... birbirinizi dünya huzurunda suçlamaktan vazgeçin ve bu işle nasıl baş edeceğinize karar verin!

* * *

Lakin biliyoruz ki Türkiye'nin bu sorunla baş edecek uzun vadeli, tutarlı, istikrarlı bir politikası yok.O politikasızlığın bedelini başta şehitler ve aileleri olmak üzere hepimiz ödüyoruz.

Önce Diyarbakır'a gidip Kürt sorununu dillendiren, sonra bunu unutup silahlı çözüme meyleden, giderek işi tamamen askere havale eden, asker "Siyasi irade lazım" deyince de "İstesinler, gerekeni verelim" diye yelkenleri indiren bir Başbakan'dan mı çözüm bekliyoruz?

Teröre karşı düzenli orduyla savaşılamayacağını, "terör"e indirgediğimiz bu karmaşık sorunun sadece güvenlik önlemleriyle çözülemeyeceğini artık görmüyor muyuz?

* * *

Ankara böyle ilmek ilmek çözülürken, sorun giderek katmerleşiyor. PKK, Kuzey Irak sığınağının ve dış desteğin de yardımıyla daha az risk alıp daha fazla zayiat verdiriyor. Türkiye'yi Irak cehennemine çekmenin, orada karşısına çocukları sürüp dünya gözünde "işgalci katil" durumuna düşürmenin hesabını yapıyor.

En çok baskı dönemlerinde gelişebildiği ve dağa adam devşirebildiği için, askeri tahrik ediyor. Türkiye ise, müttefik bildiği herkesi "düşmanın destekçisi" ilan ediyor; onların insafa gelmesini bekliyor; dövüldükçe köşeye kıstırılmış boksör gibi boşluğa yumruk sallıyor; içerde birbirine düşerek öfke saçıyor. Yeniden olağanüstü hale dönmenin hesaplarını yapıyor. Polisin yetkilerini artırıyor.PKK'nın da istediği bu...Çünkü bölünme ihtimali, asıl o zaman artıyor.

* * *

Gündelik tepkilere değil, 1, 10, 20 yıllık akılcı politikalara, askeri mücadeleden çok sivil müdahaleye ve en önemlisi bölge halkını kazanmaya ihtiyacımız var.Bunca hatadan sonra halkın gönlünü fethetmek, Kandil Dağı'nı fethetmekten daha zor olabilir, ama "içerdeki sorun"un çözümü oradadır.

can.dundar[at]e-kolay.net

2 yorum:

Eray Ağaçdoğrayan dedi ki...

Kesinlikle çok iyi bir yazı.


Ruanda katliamı hepimizin bildiği çağımızın en insanlık dışı olaylarından biri. 1994 yılında 800.000 Tutsi, Hutu'lar tarafından katledildi.

Tutsilerin kim olduğu, Hutu'ların kim olduğu sorusu ise oldukça komik, sömürgecilik döneminde Belçika tarafından, dış görünüşe bakarak akıl dışı kriterlerle halk ayrılmış ve buna uygun kimlikler dağıtılmış. Halk bunu Belçika'lı sömürgecilerin de empoze etmesiyle iyice benimsemiş. Sonuç olarak birbirine diş bileyen, düşman iki yapay ırk ortaya çıkmış.

Sözün kısası, ayrılmak bölünmek kolay, mesele birlikte ortak çatı altında yaşayabilmek...

Manitu dedi ki...

Kardeş halkların arasını bozmak maalesef kolay oluyor değerli arkadaşım. Bu kadar kolay olmamalıydı. Ve yine maalesef bizim insanımız zoru sevmiyor. Bunu başarmak belki zor ama bizim zengin kültürümüz çok güzel. Siz duyarlı insanların sayesinde bu ülke ayakta duruyor.

Senin de anlattığın gibi ikiz kardeşlerden iki ayrı zihin ve birer düşman yaratılabiliyor. Güzel eklemeler için sağol.