21 Haziran 2007 Perşembe

Derin Devlet ve Zararları Üzerine

Türkiye'de dengeler çok değişti. Koyu milliyetçilik ağır basmaya başladı. Bu sağduyunun kaybetmesi anlamına geliyor. Patlayan bombalar, şehit cenazeleri derken Doğu Sorunu alevleniyor.

Bütün bunların yanında ise derin devlet ilişkileri gündeme geldi yeniden. Şemdinli Olayları ve şimdi de Ümraniye vakası. İşler çok karışık, birileri bu vatanın altını oymaya çalışıyor. Recep Tayyip Erdoğan'a bu konuda katılmamak elde değil. Önce içerideki hainler görülmeli. Bittiler mi ki sınır ötesi harekat yapılsın..! İçeride tahrikte bulunanlar yüzünden bu ülke çok zarar gördü-görüyor. Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bombalar, Danıştay Saldırısı, Şemdinli Bomba Olayı ve bildiğimiz - bilmediğimiz daha neler neler....

Bugün Hasan Cemal'in köşesini okurken onun alıntı yaptığı ve dikkat çekmek istediği Zaman Gazetesi köşe yazarı Leyla İpekçi'nin bu konuda yazmış olduğu yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ağzına ve kalemine sağlık Leyla Hanım.. Kim vatana hizmet adı altında zarar veriyorsa bilinmeli, teşir edilmeli. Ne zaman tam anlamıyla şeffaf olduk, o zaman huzur dolu bir ülke olduk demektir. Bu hasret bizim!


Türkiye'de kıyamet kopmalıydı...

Ümraniye'deki bir gecekonduda ele geçirilen gizli cephaneliğin Dink,
Pamuk, Mağden ve Şafak gibi yazarların davalarında çeşitli eylemler düzenleyen
emekli bir astsubaya ait olduğu ortaya çıktı ve kıyamet kopmadı.

Cumhuriyet mitinglerinde Türk bayrağı sallayarak, halkının bir kısmını
düşman ilan edenler arasında bulunan Kuvayı Milliye Derneği'nin kurucularından
olan bu kişi, Danıştay saldırısında adı geçen emekli yüzbaşının arkadaşı çıktı
ve yine olay olmadı.

Ele geçirilen bombaların Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bombalarla benzer
özellik taşıdığının ortaya çıkması da 'makul çoğunluk' tarafından bir vakıa
olarak ele alınmadı. Atabeyler çetesi, Sauna çetesi deşifre edildi, gizli
iktidarını sürdürenler açısından bir şey olmadı. Veli Küçük'ün adı hemen her
şaibenin arkasından yankılandı, Dink soruşturması kapsamında ele alındı, yine
bir şey olmadı. Olayların iç yüzü, rejimi koruyan kitlelerin ilgi alanına dahil
değildi.
Şemdinli'de kitapçıya bomba atanın bir asker olduğu, halk
tarafından kıskıvrak yakaladığında anlaşıldı ve yine kıyamet kopmadı. Davayı
araştıran savcının meslekten ihraç edilmesi çoktan unutuldu. Tıpkı Susurluk
skandalında uç veren derin devletin bir postmodern darbenin arkasına gizlenerek
iyice unutturulmuş olması gibi.

Cumhurbaşkanı adayının seçilmesi -bugüne dek sanki hep aynı tür bir
uzlaşmayla seçilmiş gibi- eski adaylardan daha fazla oy almasına rağmen bir
muhtırayla ve Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla engellendi. Ortaya çıkan
belirsizliğin tüm aktörleri sorgulanamadı. Seçimlere doğru artan terörü gerekçe
gösterip K.Irak'a girmemizi savunan resmî görevlilerin ABD'deki bir düşünce
kuruluşunun toplantısında ortaya çıkması her fırsatta Batı karşıtlığı yapanların
manşetine giremedi.

Ankara'da ve Manisa'daki şehit cenazelerine katılan hükümet üyelerine
saldırıp siyasi sloganlar atanların üye olduğu kurumlar arasında mitingleri
düzenleyen Atatürkçü Düşünce Derneği, İzmir Ülkü Ocakları, CHP İzmir Gençlik
Kolları olduğu tespit edildi. 'Cenaze tahrikçileri'nin şehir şehir gezdiği
belirlendi, protestocular arasında bazı kamu görevlilerinin ve devlet
memurlarının olduğu kaydedildi. Şehit kanlarının iç siyasete alet edilmesi hiç
dehşete düşürmedi K.Irak'ta belirsiz bir savaşa girmek için haykıranları.

Buldukları her yüksek tepeye bayrak dikmekte yarışanlar İzmir
Limanı'nın yabancı sermayeye satılmasını emperyalizmle savaş gerekçesi olarak
görüp gündemi işgal ederlerken asıl işgalin yanı başımızda sürdüğünü,
Ortadoğu'nun salt K.Irak'tan ibaret olmadığını görmediler.
Ahmet Kaya
tişörtü giydikleri için linç girişiminden son anda kurtulanları duyunca yer
yerinden oynamadığı gibi, bu linç kültürünü meşru hale getirircesine, halkı
'kitlesel refleks'e çağıran bir e-bildiri daha yayınlandı. E-bildirileri kaleme
alanların kullandığı 'bozuk Türkçe' güçlü ve tam bağımsız Türkiye isteyenleri
pek endişelendirmedi.

Bugün kitapçıların best seller raflarında Erdoğan çiftini ve Abdullah
Gül'ü Davut yıldızı içine alanlar karşısında zımni bir suskunluk oluştu. Her
vesileyle "Yahudi düşmanlığı yapılıyor" diye ayağa kalkanlar şimdi bu antisemit
uygulama karşısında ortalıkta görünmedikleri gibi, mitinglerde yabancı
azınlıklara karşı atılan sloganları da sorgulamadılar. Türklük yemini ederek
Türk kanı dışında bir başka kan taşıyanlara karşı silahlı örgüt kuranlar ile
miting düzenleyen dernekler arasındaki bağ pek sorgulanmadı.

Mitinglerini düzenleyen akademisyenlerden birinin intihal vakası
yüzünden üniversiteden uzaklaştırılmış olması, bir diğerinin kurduğu kanalın
sermayesinin tartışmalı oluşu, kapatılan Nokta dergisinin belgelediği gibi
çeşitli STK'ların TSK güdümlü olması şeriat korkusu nedeniyle meydanlara akın
edenlerin gündeminde bomba etkisi yaratmadı. Bu kitleler askerin siyasete
karışmasını çeşitli korkuları canlı tutulduğu sürece onaylamaya devam etti.

Bu ilgisizlik, duyarsızlık ve vicdansızlık yüzünden meşrulaşmıyor mu
zaten bu vesayet düzeni?

19 Haziran 2007, Salı - LEYLA İPEKÇİ

Hiç yorum yok: