25 Haziran 2007 Pazartesi

Toplum Nereye Gidiyor? - Unsal Toskay

Sosyalbilimci Ünsal Toskay'ın bloğumuzun varoluş amacı olan toplum hakkındaki görüşleri üzerine güzel bir ropörtajı var. Bunu paylaşmak istedim. Türk toplumunun dünü bugünü ve benzeri konularda güzel bir kitabı var Toskay'ın. Ve en güzeli ise bir tabir kullanmış Ünsal Bey bu röportajda..! "Herkes yolunu bulma derdinde!" demiş. Yolunu bulanlar bizim yazılarımızda sıkça şikayet ettiğimiz kişiliklerdir. Ve artık öyle bir yayılıyor ki bu anlayış; topluma mal edilebilecek duruma geldi.

Toplum nereye gidiyor?

Mynet Özel'in konuğu, Beykent Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Güzel Sanatlar Fakültesi İletişim ve Tasarım Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ünsal Oskay. "Peki Konuşalım" kitabı ile başlayan sohbetimiz, kültürel farklılaşmadan, toplumun bakış açılarındaki radikal değişime, yenilenen zengin ve fakir tanımlamasına, medyanın işlevi ile toplumsal hayattaki rolüne, "Türkiye'de sosyal patlama olur mu?" ve "Yolumu nasıl bulurum?" sorusuna kadar farklı başlıkları içinde barındırıyor:

"Peki Konuşalım" kitabının hazırlık süreci hakkında bilgi verir misiniz? Kitabın içeriğini belirleyen birçok konu var ve bunlar, popüler kültürle bağlantılı. Bu içerik nasıl belirlendi?Prof. Dr. Oskay: 1970'li yıllardan beri, Türkiye'de okur yazar birçok insan gibi yeni bir oluşumu fark etmeye başladık. Geleneksel toplum kültüründen zaten çıkıyorduk. Ama bu konuda yoğunlaşmayı, 1970'li yıllarda görüyorum. Bütün dünyanın 20-30 yıl gerisinden, bu değişimi izliyorduk. 70'li yıllarda dünyayı izlemeye ve yaşamaya başladık. Ben bir sosyal bilimciyim ve ben de bu değişimi izlemek zorunda kaldım. Bu kitapta, benim aşağı yukarı 30 yıldan beri uğraştığım bir konuda, Melis Çelebi ile yaptığım röportajlar yer alıyor.

Bir gazetede popüler kültür eki yapılması sözkonusu oldu. Amacımız; okuyucuyu fazla üzmeden, yormadan, düşünsel alanda ona birşeyler katmaktı. Böylece ben de Melis'le sohbetlere başladım. Bu sohbetler yaklaşık 1 yıl sürdü. Ama gazetenin kendi kriterlerine göre fazla başarılı bulunmadı ki; bitti.

Şemsa Yeğin, Türkiye'deki en seçkin mütercimlerden biri. Edebiyattan düşünce eserlerine kadar çok sayıda seçkin kitabın çevirisini yaptı. Ayrıca geçtiğimiz yıldan beri de Epsilon Yayınevi'nde yayınlar konusunda görevli. Kitap konusunda teklif de ondan geldi. Biz de bu öneriyi sevinçle karşıladık ve böylece kitap ortaya çıktı.

GÜLBEN ERGEN SKANDALININ GÖSTERDİKLERİ

İçerikte çok fazla konu var. Ama bu konuların her birinin ortak özelliği, Türk toplumundaki değişime de ışık tutmaları. Bayramlaşma kültüründeki farklılaşma gibi...Prof. Dr. Oskay: Buradaki en ilgi çekici örnek; Gülben Ergen hakkındaki yazım. Bu yazının sebebi Gülben Ergen'in kendisi değil, ortaya çıkan skandal. Hülya Avşar gibi ünlülerden sıradan insana kadar, dükkanda, çarşıda, pazarda dinlediğim şeylerin etkisiyle, toplumumuzun bu olayı yorumlama ve kabullenme biçimi bana ilginç geldi. Yoksa, benim Ergen'le ilgili olumlu veya olumsuz bir yorum yapmaya merakım yok.

Kitaptaki söyleşinizde de zaten buna vurgu yapıyorsunuz.

Prof. Dr. Oskay: Evet. O röportajın ödevi; toplumun küçük insanlar için ayıp saydığı bazı davranışların; hem para, hem de ün yönünden yeterli bir raddeye geldiğinizde, toplumun bu gibi şeyleri birden bire çok kolay bir şekilde hoşgörebilmesi. Bu durumda, insanların kabullenmesi çok kolay oluyor ve bu çok manidar bir durum. Çünkü toplumun hem paraya ve güce inanan bir toplum haline geldiğini, hem de toplumun giderek zalimleştiğini gösteriyor. Bu gibi durumlarda küçük insanlar arasında ayıplamadan tutun, namus cinayetlerine kadar uzanan şiddetli önlemler alınırken, belli bir para ve ün düzeyine geldiğiniz zaman; toplum aynı durumu hoşgörebiliyor. Benim dikkatimi de bu çekti. Yani toplumun değerlendirmesindeki değişimler.

KÖYDEN KENTE GÖÇ = BASKI VE YALNIZLIK

Bu değişimin sebebi ne olabilir sizce?

Köyden kente göç dalgası oldu, gelirler arasındaki uçurum derinleşti, ekonomik krizler yaşandı. Bu faktörlerin değişimde payı var mıdır?Prof. Dr. Oskay: Bireylerin davranışları tek başlarına, kendileri aldıkları kararlarla, değer yargılarıyla ilgili değildir. Bireylerin davranışları; ekmek parasını kazanması, işinde kalabilmesi, çocuğunun itibarlı bir evlilik yapabilmesi için toplumun hangi kesimleriyle ilişkiliyse veya ilişkili olacaksa, o kesimlerin davranışlarındaki değişimlere göre yön bulur.

Sonuçta birey tek başına sosyal dünyasından tecrit edilerek yaşamıyor, bir toplum içinde yaşıyor. Ve bu toplumun baskısı; bir yandan kente göç dediğimizde anonimleşen sosyal ilişkilerden ötürü görünmez hale gelirken, bir yandan da kentteki yaşam, köydeki yaşama oranla, herkesin kalabalıklar içinde ve aynı anda gözlerden uzakta yaşayabilmesi anlamına geliyor. Böyle bir 'negatif' özgürlükle birlikte, artık kente giren insanın, imece usulü yardımlaşabileceği bir komşusu kalmamıştır. Bahçesinden toplayacağı sebzesi yoktur.
Kente geldiği zaman, piyasa ekonomisi dediğimiz, kentteki hayatın totalitesinin işlediği en can alıcı alan ile tanışır. Bu nedenle kentte hem büyük bir negatif özgürlük var gibi gözüküyor, hem de korkunç bir baskı var.

Bu baskı; toplumsal hayatın değişik bir biçimde örgütlenmesi ile ortaya çıkan, ilk etapta gözle de görülmeyen sosyal bir baskıdır. Bu nedenle kızınızın da Gülben Ergen'in yolunu izleyip izlemeyeceğini 30 yıl önce kasabalı olarak düşünürken, şehre geldiğiniz vakit başka türlü düşünmeye eğilim gösterirsiniz. Daha doğrusu, kasabada yaşayan bir insan, çocuğunun Gülben Ergen'in geçtiği yaşamdan geçmesini istemezdi. Şimdi öyle görünüyor ki, eğer sonuç Gülben Ergen kadar başarılı olacaksa, sıradan insanların çoğu, çocuğunun da aynı serüvenden geçmesini, ama başarılı bir sonuca ulaşmak şartıyla, ister gibi görünüyor.

ZENGİNSENİZ, SİZE BAKIŞ AÇISI HEMEN DEĞİŞİR

Değişimin sebebi nedir?

Prof. Dr. Oskay: Bu 1870'lerde Avrupa'da oluşan modern toplumun, 1950'lerden sonra bizim hayatımızda hissedilir derecede payını artırmasından kaynaklanıyor. Artık iffet, namus, başarı gibi kavramlar, toplumun size vereceği nimetlerden alabileceğiniz payla ölçülüyor. Büyük pay alıyorsanız, kimse size "namussuz" falan demez. Ama az pay alıyorsanız, toplum bütün öfkesini sizden çıkartır. Kızınız için, sizin için kötü laf söylerler, kahvede rahat oturamazsınız. Ama büyük payı alıyorsanız, o zaman zaten mahalle kahvesinde oturmazsınız, kulüplerde oturursunuz. Kulüplerde de herkes birbirini bambaşka şekillerde yargıladığı için sorun yaşamazsınız. Bu da toplumun değişmesini gösteriyor.

Bu değişimde medyanın rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Dr. Oskay: Medya bu değişimi 'olumladığı' için etkili oldu. Medya bu değişimi kendisi yaratmadı. Kişiliğimizin nasıl oluşacağı, nasıl şekilleneceği konusunda medyanın çok etkin bir konumu var. Ama kişiliğimizin değişimesinde zaman bakımından ilk faktör; 'konunun medyadaki yeri', yani yayın politikası değişimi falan değil. Bu, hayatın özündeki değişmedir. Medya, hayatın bütünündeki bu değişmeyi yakaladığı anda, bunu olumlar. Bunu olumlayarak da, hem kendisi yaşamını sürdürür, hem de o olumladığı değişim sürecine katkıda bulunmaya başlar. Yani "Medya masumdur" demiyorum, ama medya, bilinçli olarak yola çıkıp da, "Dur ben insanları böyle yapayım, toplumu şöyle değiştireyim" demez. Sadece toplumsal hayatın kendi totalitesindeki değişmeleri destekler. Bu değişmeler ülke içindeki faktörlere, ülkenin dünya ile etkileşimindeki faktörlere bağlıdır.

Biz eğer bahsettiğim bu süreci gönlümüzün istediği kadar olumlayamasaydık, o zaman medyayı suçlardık. Sonuçta medyanın 'suçlanmaması' gerekmiyor. Ama varolanı da medya yaratmıyor. Medyanın günahı; yaratılan bu birikimin üstüne bir tuğla eklemeyi maharet sanması.

TÜRKİYE ARTIK VERİMSİZ BİR TARLA GİBİ

Medya neden böyle yapıyor?

Prof. Dr. Oskay: Medya bugün eğer sorumsuzsa, 27 Mayıs 1960 devriminden sonra toplumun iyi bir döneme girme ümidi varken, 1965'ten itibaren bu beklentilerin geride kalması, 1972-1973'ten itibaren 12 Mart'ın baskıları, 1980'lerde görünürde Kenan Evren ve arkadaşlarının yaptığı darbe yüzünden. Bütün bunlar, sosyal ve kültürel uyanışın biraz hızlı gittiğinden şikayet eden belirli çevrelerin baskısıyla heveslendirilmiş girişimlerdir. Bu girişimler, Türk toplumunun gelişmesini tıkadı. Sendikal hayatı sona erdirdi, üniversiteleri darmadağın etti, okur-yazarlara ceza verdi, toplumun değişmesini biraz yüksek sesle söyleyen genç insanlar asıldı.

Daha başak vermeden kökünden çiğnenen bir buğday tarlası düşünün. Bu tarla, bugün Türkiye. Hırsızlığı var, işsizliği var, umutsuzluğu var, herşeyi var... Bu tarladan artık bu çıkıyor. Bu yüzden bazı illerde bazı olaylar oluyor, bu olayların arkasında kimlerin olduğuna dair fikirler yürütülüyor. Bu durum bile toplumun ne kadar umutsuz, ne kadar bilinçsiz, ne kadar hırpalanmış olduğunu gösteriyor. Toplumun bu kadar kışkırtılmaya, bu kadar tahrike hazır olması bile kendi başına çok anlamlı. Ama bir tarafta bu durum varken, mesela bir tarafta da Gülben Ergen olayı var.

Yani magazin ön planda.

Prof. Dr. Oskay: Eğer para kazanma yönetiminiz fazla rafine değilse, o zaman aşkın biçimi de fazla rafine olmuyor. Herhangi bir insanı hırpalamak için konuşmuyorum. Adnan Menderes'in sevgilisi vardı. Ne kadar asil bir insan olduğunu hatırlayan hatırlar. Ama bugün bunlar çıkıyor. Neden? Çünkü bu haberleri izleyen insanlar, böyle sevgiden anlayacak adamlar. Hayatında iyi müzik dinlememiş, bir konsere gitmemiş, doğru dürüst kitap okumamış insanların egemen olduğu bir ekonomik düzen içinde, sanat da böyle oluyor, kültür de böyle oluyor, TV de böyle oluyor, medya da böyle oluyor.

Peki hiç mi eleştirmeyeceğiz?

Eleştireceğiz tabi. Medya, zamanında bunlardan fazla rahatsız olmadı. 'Magazin' dedi geçti. Ama şimdi medyanın tamamı magazin. "Bütçede açık şu kadar" derken bile; işin magazin tarafı ön plana çıkıyor. Daha da acısı; eskiden bu gibi haberlerin sayfası ayrıydı. Ama artık bu haberleri ekonomi sayfasında, siyaset sayfasında vermek, toplumun en önemli problemlerinin 'görülmemesini' sağlamayı da egemen tutan bir yayın politikası.

TÜRKİYE'DE SOSYAL PATLAMA OLMAZ

Medyanın bu anlayış değişikliğinde toplumsal yapıdaki değişim kadar, ekonomik ve politik baskının da payı var mı?

Prof. Dr. Oskay: Bunların hepsi içiçe. 27 Mayıs devrimi ve planlı kalkınma ile; Türkiye'nin haysiyetli bir yoldan daha çok kendi iç kaynaklarına dayanarak, belli bir zaman sonra İtalya'nın düzeyine erişmesi planlanıyordu. Ama iktisatçıların dediği gibi planlı ekonomi değil, alışveriş listesi tarzında bir ekonomi ön plandaydı, "Şu sektöre bu lazım, bu sektöre de şu gerek" deniliyordu. Ama bu işin maliyeti; yine en verimli yerlere yönlendirilemeyen yatırımlara patladı. Yani efkarından, işsizliğinden, çocuğunu okutamamaktan kendini sigaraya veren fakir fukaraya. Zaten tüm yük onlara biniyor.

Son 10 senede toplum; üretkenliğini artırarak zenginleşmek yerine, üretkenliğini artıramayan, ama kötü çalışma koşullarıyla iş yaparak birşeyler üreten, bunu öğreten insanlar ortaya çıkardı. Böylece Türkiye'de milyonlarca insan çarçur ediliyor.

Hiç anlamadığı halde adam zeytin toptancısıyken, banka kuruyor. Kurduğu banka da yetmiyormuş gibi, bir de Kıbrıs'ta banka açıyor. Rengarenk paraları aklayarak, hayali ihracatla ve vergi kaçırarak hayatını geçiriyor. Benim ödediğim vergiyi, orta büyüklükte bir ticaret erbabı ödemiyor. Kim ödüyor? İşsizler, memurlar ödüyor.

Bir kuruma birkaç eleman alınacağı vakit, başvuran binlerce insan, stadyumlarda imtihana giriyor. Bunları görebilmek için peygamber olmaya gerek yok. Kendi geleceğini düşünen insanın, ülkenin de genel olarak refahının artmasının gerekliliğini bilmesi lazım.
Zenginler şimdi içinde yaşayacakları siteler yapıyorlar, kale gibi duvarları, güvenlik elemanları falan. Bu toplumdan korktuklarına göre, topluma karşı bir suç olduklarını ve bunun da bilincinde olduklarını gösteriyorlar.

Türkiye'de büyüyen bir gelir uçurumu var ve işsizlik sorununa da çözüm bulunamıyor. Bu durum, bir sosyal patlamaya yol açabilir mi?

Prof. Dr. Oskay: Bizim tarihimize baktığımız vakit, patlama çatlama diye birşey yok. Bu tarz patlamaları; düzenli, bilinçli, örgütlü ve daha özgürlükçü bir toplum inşa etmek isteyenler yapar. Bizde ise; bu tarz plan program olmadan fevri, spontan bazı hareketler olur. Ama geçmişe baktığımızda bunlar da, mevcut durumu daha kötüye sürüklemiş. Köylü isyanları, Celali isyanları gibi...

Bugüne baktığımızda, böyle bir isyan olmaz. Bilinçlenmemiş, eğitim görmemiş halk homurdanır. Niye homurdanır? "Sıra ne zaman bana gelecek, ben ne zaman çalacağım, yedi sülalemi nasıl kurtaracağım?" diye homurdanır. Bu nedenle halkın homurdanması hiç de makbul birşey değil.
Homurdanma öncesinde de bir 'haset kültürü' vardır ve bu kültür, çok alçakça bir biçimde yaşanır. Seni soyup soğana çeviren hükümetleri, başbakanları, bakanları eleştirmeyi hiç düşünmezsin. Ama senin 10 tavuğun varsa, 15 tavuğu olan komşunun tavuklarını zehirlersin. Bu nedenle toplumda, daha iyi bir topluma yönelik bir model düşünecek, onu savunacak, ona erişmek için siyasal ve kültürel faaliyetlerde bulunacak bir yapının gelmesi çok zor.

HERKES YOLUNU BULMA DERDİNDE

İçinde yaşadığımız tüketim toplumu bizi nereye götürüyor?

Prof. Dr. Oskay: Bu seyir böyle sürer. Bir bakkal batar, yenisi çıkar. Ama bakkallar birleşip güçlerini artırmazlar. Ya da bin bakkalın 500'ünü kapsayacak daha farklı bir ekonomik yapılanma olmaz. Boy boy marketler olur. Bir de bakarsınız bütün Türkiye'de, bunun kaymağını yiyen birkaç aile vardır. Bakkal da, bakkal olarak veresiye hesapları ile başbaşadır. Bu nedenle herkesi memnun edecek bir toplumsal sistemin, 'farklı' bir toplumsal sistem olması gerekir. Bakkalın da, büyük holdinglerin de vergi kaçırmaması gerekir, haksız yere milletin sırtından himaye görmemesi gerekir. Kapitalist sistemin de kendi içinde dürüstlükle çalışacağı bir yasal çerçeve olması gerek.

Avrupa'da da bankaların hepsi hayırlı kurumlar değil. Zaten bankalar, büyük paraların acımasızlığını temsil eden kurumlardır. Ama bizdeki gibi, hiç bilgisi olmayan bir adam banka alıp, birkaç yıl içinde bir ilin en büyük zengini olmuyor. Türkiye'de bir koruma-kollama zinciri var. Bir bakıyorsunuz adam binbir çeşit yolsuzluk yapmış. Sonra birkaç sene sonra bir bakıyorsunuz, hakkındaki suçlamalardan beraat etmiş. Bu beraati sağlayan; toplumun kendi egemenlik yapısı ve bu yapı, neredeyse sadece kanunların dediği değil, halkın anlayışındaki bu olumsuz değişmeden ötürü halkın çoğunluğunun da tercihi. Ama bunlar, vicdanen ve hukuken beraat etmesi mümkün olmayan insanlar. Halk bunları olumlu buluyorsa, bunun anlamı, "Sıra bana ne zaman gelecek, bir banka da ben hortumlayamaz mıyım?" demektir.

Adam sümüklüböcek toplayıp, kaloriferlerden artan kömür cürufları ile bunları sınırdışına çıkartıyor. Sonra bunları bir çukura döküp, birkaç gün içinde Türkiye'ye geri dönüyor. "Ne yaptın sen?" diye sorulunca da, "Fransa'ya salyangoz sattım" diyor. Namuslu bir toplumda, bu tarz bir olay sonrası kıyamet kopması lazım. Ama çok fazla kıyamet kopmuyor. Çünkü herkes kendi sırasını bekliyor, "Ben ne zaman salyangoz satarım?" diye umut ediyor. Bu iş toplumsal açıdan da çok ayıp yerlere gidiyorn. "Kızım ne zaman şarkı türkü yarışmasını kazanır, bir dizide rol alır" düşünceleri ön plana geliyor.

Handan Aybars soylesi@mynet.com

Mynet Haber

Hiç yorum yok: