26 Ağustos 2007 Pazar

Ataturk`un Kehanetleri

Atatürk`ün Kehanetleri

ATATÜRK GELECEĞİ Mİ GÖRÜYORDU?
Bazı bilim adamlarına göre geleceği görme yeteneğinin merkezi,diansefal
dediğimiz ve sempatik sinir sisteminin birleştiği beyin merkezidir.Bu sinir
sistemi,Merkezi Sinir Sistemi denilen ve vücut hareketleri yani bilinçli
hareketleri kontrol eden sinir sisteminden büsbütün başkadır.Bilginlere göre
,Diansefal,beynin en eski ,yani atalarımızda ilk olarak gelişen beyin
kısmıdır.Belki de tarihten önemli insanın içgüdüleri ile hareket etmesini
temin eden altıncı his,beynin bu merkezindeydi.Bugünkü hayatımızda merkezi
sinir sistemimizin faaliyeti o kadar fazlaydı ki,"diansefal" altıncı his
ortaya çıkarmıyor.Ancak belli sayıdaki kişilerde kendisini
gösterebiliyor.Gelecekten haber alabilmek için yetenekler ise daha ender
ortaya çıkıyor.Bu görüş doğruya,Atatürk ,Cayce,Messin gibi duyarlı kişilerde
beynin bu bölümünü daha faal olduğu düşünülebilir. Beynin bu bölümünün
altıncı his ile irtibatı tama olarak nedir? Atatürk'ün yaşamında "geleceği
görme" gücünün kanıtları bulunmaktadır.En basit örnek Kurtuluş Savaşı'nda
görülmüştür zaten. Örneğin Muhiddin Arabi'nin gelecekle ilgili yazdığı
kitabında,büyük ihtimalle Atatürk'ü kastettiği anlaşılmaktadır:


"Devleti Aliyye yıkılacak.Batıdan uzun boylu,mavi gözlü bir adam gelecek.
Baktığı zaman karşısındaki insanı eritecek.Serbest Fırka kuracak.
Adına da Serbest Cumhuriyet denilecek.
Dünyaya milletini tanıtacak ve 15 sene hükümdarlık sürecek"


ESRARENGİZ HİNTLİ MİHRACE 'NİN SIRRI HALA ÇÖZÜLEMEDİ…
Bilindiği gibi Hint halkı,Kurtuluş Savaşı'nda,Atatürk'ü ve Türk halkını
yalnız bırakmamış ve maddi-manevi olarak ,Türk halkının yanında yer
almışlardı. Kurtuluş Savaşı`ndan yıllar sonra ,1929 yılında,Bir Hintli
Mihrace,Atatürk'ü Pera Palas'taki(ayrıntılı bilgi için medya yorumlarına
bakabilirsiniz) 101 no'lu odasında ziyaret etmeye gelmişti…


Ne amaçla ziyaret ettiği bilinmemesiyle birlikte bir başka nokta
da,Mihrace'nin kim olduğudur.Mihrace'nin ,Atatürk'e sunduğu hediyenin
kendisinde de bir sır gizliydi… Bu hediye altın sırmalı Hint işi bir ipek
seccadeydi.


Seccadenin üzerindeki desende,bir şamdanın asılı olduğu bir düz kemeri;her
iki yanında birer güvercini bulunan,beş kubbeli bir diğer kemerin çevrildiği
görülüyordu.Bordür motifi,fillerden oluşuyordu. Desenin en ilginç unsuru
ise,her iki kemerin arasındaki,dal kıvrımı ve gül motifleriyle süslü
boşlukta yer alan romen rakamlı bir saat kadranıydı: Bu saat
09.08'igösteriyordu. Seccade halen Perapalas'da bulunmaktadır.


BULGAR IVAN MANELOF'A SÖYLEDİĞİ KEHANETLER…
Mustafa Kemal başından beri Türk Milleti'nin yaşadığı zor koşullardan
sıyırıp çıkaracağını biliyordu.1906'da Bulgar Ivan Manelof ile Selanik'de
yaptığı konuşmalardır:


"Bir gün gelecek,ben,hayal olarak kabul ettiğiniz bu inkilapları
başaracağım.Mensup olduğum Türk Milleti bana inanacaktır. Düşündüklerim
demogoji mahsülü değildir.Bu millet gerçeği görünce arkasından
yürür.Saltanat ortadan kalkacaktır.Devlet mütecanis(tek çeşit) bir unsura
dayanamayacaktır.Din ve devlet işleri birbirinden ayrılacaktır.Batımedeniyetine
döneceğiz.Batı medeniyetine girmemize engel olan yazıyı atarak,Latin
kökünden alfabe seçilecektir.Kadın ve erkek arasındaki farklar
kalkacaktır.Emin olunuz ki hepsi bir bir olacaktır…"


Atatürk bu konuşmayı yaptığı sırada Abdülhamit ülkenin tek
hakimiydi.Vepadişahlık kuvvetli ve kutsal bir kurumdu.
ÖNCEDEN YAPILAN BİR UYARI AMA….
Çanakkale Savaş sırasında Mustafa Kemal Nablus Karargahı 'nda ikinci defa 7
nci Kolordu Kumandanı olduğu yıllarda yaşanan bu olayı kendisi daha sonra
şöyle anlatmıştır:


-"Bir gün Erkanı Harbiye Reisi bana o günkü raporlarını
okudu.Basitraporlardı,her zamanki gibi…Yalnız bu raporlarlar içinde
bir nokta dikkatimi
çekti…"


Evet görünürde hiç bir sonuç çıkartılamayacak bu rapordan Mustafa Kemal
inanılmaz bir sonuç çıkartmış ve çok değil bir veya iki gün sonra
İngilizler'in büyük taaruzu başlamıştır.Bundan sonrası Mustafa Kemal'in
kendi ağzından:


"Yataktan kalktım,giyindim.İş odasına girerek bir muharebe emri yazdım."
Emirde şunlar yazıyodu:


"Düşmam 19 Eylül akşamı taaruz edecektir." "Sonra bu emre alınması gereken
tedbirleri ilave ettim.Bu emri Grup kumandanı olan Liman Fon Sanders Paşa'ya
da gönderdimÇok hürmet ettiğim bu zat,benim raporuma gülmüş ve 'ihtiyattan
zarar gelmez" diye bana da bir şey söylemeye lüzum görmemiş"


19 Eylül gecesi kolordu kumandanları telefon başında çağırarak verdiği
emirlerin ve alınması gereken tedbirlerin yerine getirilip getirilmediğini
sordu.Kendisine tüm tedbirlerin alındığı bildirildi.Ancak ne yazık
ki,kolordu kumandanları da böyle bir emri ciddiye almamışlar ve gerekli hiç
bir önlemi almamışlardı. Mustafa Kemal gerekli tedbirlerin alınıp
alınmadığını öğrenmek için bir müddet sonra telefon açtı… Olayın sonucunu
yine Mustafa Kemal'den dinleyelim:


"Ben daha telefon konuşmamı bitirmeden,düşman topçusu muharebe hattımız
üzerine ateş etmeye başladı.Gece muharebe ile geçti.Benim ordumun sağ
cenahındaki ordu yarıldı,esir oldu ve boş kalan cepheden geçen düşman
süvarileri Leyman Fon Sanders'in karargahına bastı.Hakikat
anlaşılmıştı.Fakat neye yarar…"


DÜŞMAN DONANMASI İLE İLGİLİ KEHANETİ…
Almanya ile birlikte,Birinci Dünya Savaşı'na giren Osmanlı İmparatorluğu her
şeyini kaybetmiş durumda idi. 30 Ekim 1918'de imzaladığı Mondros mütarekesi
ile Türk topraklarını kaybettiği gibi yavaş yavaş tarih sahnesinden de
silinmeye başlamıştı… İstanbul'un işgal edildiği günlerde,İstanbul'a dönen
Mustafa Kemal düşman zırhlılarını Dolmabahçe önünde gördüğü zaman üzüntüyle:


"Geldikleri gibi gidecekler.."
Daha sonrasını zaten biliyoruz.Sonuç olarak geldikleri gibi gittiler. İşin
ilginç tarafı Nostradamus'un da bu konuyla ilgili bir kehanetinin
bulumasıdır."Centurien" adlı kitabdaki kehanet şu şekildedir:


Kongre başkanını tutan devlet adamları
İşgal kuvvetlerince sürülecek Malta'ya
Girilmiş İstanbul'a alınmış Rodos Adası
Ama geldikleri gibi gidecekler


4 Eylül 1919'da hatırlanacağı gibi Sivas Kongresi
toplanmıştı.KongreBaşkanlığı'na, işgal kuvvetlerine karşı açıkça tavır
alan Mustafa Kemal
seçilmişti.Kurtuluş Savaşı'nı ve Atatürk'ü destekleyen İstanbul'daki
mecliste olan milletvekilleri de işgal kuvvetlerince Malta Adası'na sürgüne
gönderilmişti.Bu hatırlatmanın ışığında dörtlük bir kere daha okunursa
,durum daha iyi anlaşılacaktır.


MUSTAFA SAGİR'İN CASUS OLDUĞUNU İLK KONUŞMADA BİLMESİ…
16 MART 1920'de İstanbul'un işgal edilmesi üzerine ,Kemalettin Sami Paşa
Anadolu'ya Geçerken gemide bir Hintli ile tanışır.Bu adam Mustafa Sağır'dir.
Milli Harekete yardım için Hint müslümanlarını'nın kendisini gönderdiklerini
söyler.Böylelikle paşayı etkilemiştir.Ankara'ya telgraf çeken Sami
Paşa,Mustafa Sagir'e ilgi gösterilmesini ister.Bir süre sonra Sami Paşa
Atatürk'e Hintliyi anlatır ve görüşmesini rica eder.Ertesi gün Atatürk
,Mustafa Sagir'i kabul eder. Bu görüşme uzun sürer.Hintli
gönderilir.İkipaşa yalnız kalınca Atatürk:
"Bana bak Kemal bu adam casus!…" der Sami paşa:"Aman paşam siz de çok
şüphecisiniz" diyerek Atatürk'e inanmaz. Atatürk konuşmayı keserek yaveri
Hayati Bey'i çağırır ve şu emri verir:


-"Bu Hintli İngiliz Casusu olacak..Kendisini takip etsinler.Mektuplarını da
sansürde çok dikkatli okusunlar..."


Bundan sonra mektuplar o zamanlar kimya hocası olan Avni Refik Bey'e
verilir.Bir iki tecrübeden sonra gizli yazılar bulunur.Mustafa Sagir
yakalanarak suçu itiraf ettirilir ve idam edilir.


GÖZLE GÖRÜLMEYEN YERİ BİLMESİ….
Sakarya Savaşı'ndan sonra bir subay cepheden alınan bilgileri Başkomutan
Mareşal Gazi Mustafa Kemal'e okuyordu.Kağıttaki notta cephe komutanlarından
biri ,Seyit Gazi'nin kuzey-doğu tarafında bir düşman fırkasının
göründüğünden bahsediyordu… Bunun üzerinde Mustafa Kemal kaşlarını çatarak:
" Hayır!..Orada düşman yoktur..İyi baksınlar.."
Subay öğle yemeğinde geri geldi.Biraz da sıkılarak: -
"Haber aldım komutanım.Bahsedilen yerde düşman yoktur."


BU KEHANETİNE DÜŞMAN GÜÇLERİ DE İNANMAMIŞTI…
Düşman Ordusu'nu tamamıyla yoketmek amacıyla başlatılan Büyük Taaruz amacına
ulaşmıştı.Ordularını korkunç sondan kurtarmak isteyecek olan itilaf
devletlerinden durumu gizleme amacı güden fakat bu başarıları haber alan
itilaf devletleri kendisinden görüşmek üzere randevu istedikleri
zaman.ATATÜRK elçilere:
"Sizinle 9 Eylül 1922 Nif(Kemalpaşa) kasabasında görüşebilirim."
İşin ilginç tarafı,bu sırada Türk Orduları Nif'den çok uzakta
bulunuyordu.Ve9 Eylül'e kadar oraya çarpışarak varmak çok zor,hatta
imkansız gibi
görülmekteydi.Çünkü bu bir savaştı.Yani kesin tarih verilmesi norma
şartlarda hiç bir şekilde mümkün değildi.Savaş sırasında neler olabileceğini
kim önceden kestirebilirdi ki? Aradan 10 gün geçti.Bu olayı daha sonra ünlü
Nutku'nda kaleme alarak şöyle demiştir:
"Dediğim gün Nif'te idim.Fakat benden randevu isteyenler orada yoktu…"


BAŞKENT ANKARA
Atatürk'ün Ankara'yı Başkent yapmasının ardındaki sebep hayli ilginçti: -


"Ben Türk'ün imkansızı imkan haline getiren kudretini bütün dünyaya
göstermek için Ankara'yı istedimBir gün gelecek şu çorak tarlalar yeşil
ağaçların çevirdiği villalar arasından uzanan yeşil sahalar,asfaltlar ve
binalarla bezenecek.Hem bunu hepimiz göreceğiz,yakında olacak…"


Ankara 13 Ekim'de başkent oldu.Bazı Batılı devletler Ankara'nın nüfusu ve
kırsallığı yüzünden büyükelçi göndermeyeceklerini açıklamalarına rağmen
karar değişmedi.


RADYO VE SİNEMA HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ
Atatürk'ün radyo ve sinema hakkındaki sözleri onun "ileri görüşlü"lüğünü bir
kez daha kanıtlıyor. -


"Sinema,gelecekteki dünyanın bir dönüm noktasıdır.Şimdi bize basit bir
eğlence gibi gelen eğlence olan radyo ve sinema bir çeyrek asra kalmadan
yeryüzünün çehresini değiştirecektir.Japonya'daki kadın,Amerika'daki
zenci,Eskimo'nun ne dediğini anlayacaktır.Tek ve birleşik bir dünyayı
hazırlamak bakımından sinema ve radyonun keşfi yanında tarihte devirler açan
matbaa,barut,Amerika'nın keşfi gibi olaylar oyuncak nispetinde kalacaktır."


Bu sözler radyonun emekleme,sinemada ise yeni yeni çalışmalar yapıldığı bir
dönemde ifade edilmiştir. Bir diğer önemli nokta ise "Tek ve Birleşik Dünya
" düzeninden bahsetmesidir.Bana kalırsa herkesin İnternet'i tanıması bu
olayı kavraması için bile yeterlidir.


İTALYANLARIN HABEŞİSTANA SALDIRMASI.KİM BİLEBİLİRDİ Kİ?
Bu olayı aktaran Atatürk'ün yakın arkadaşı Münir Hayri Egeli'dir.Egeli'nin
ağzından naklediliyorum: Habeşistan Savaşı başlamadan önce İtalya'nın
Rodos'a askeri harekatta bulunduğu günlerdi…Bir akşam Atatürk'ün sofrasına
davet edilenler onu balkonda gezinirken buldular.Atatürk:"Tevfik Rüştü"
nerde?" Diye sordu.Ankara Palas'da bazı sefirlere ziyaret
veriyorlar,dediler. Daha sonra hep birlikte davetin verildiği Ankara Palas'a
gidildi. Atatürk Arnavutluk Elçisi Asaf Bey'in yakınında giriş ve çıkış
kapısını iyi görebileceği bir yere oturdu. Atatürk:
"Asaf Bey,gazetelerde bir takım resimler görüyorum.Arnavutluk'da operet mi
oynanıyor?".
Bu sözleri ile Kral Zogo'nun sorguçlu resimlerini kastettiğini anlayan elçi
şaşırıyor…Atatürk devam ediyor: -
"Cumhuriyet'de ne zarar görüldü ki,krallık ilan edildi.Hem takip edilen
politika tehlikelidir.İtalya'nın Arnavutluk'u Balkanlar'da bir basamak
yapması muhtemeldir."


Müdahaleye kalkan İtalyan sefirine Ata:
"Haber aldığımıza göre Roma'da bazı öğrenciler elçilik önünde gösteri
yaparak Antalya'tı istemişler.Antalya sigara paketi midir ki sefir cebinden
çıkarıp versin.Antalya buradadır.Buyurun alın.Hem benim bir teklifim
var.Hakikaten böyle bir şey düşünüyorsa,Musolini'ye müdahale
edelim.Antalya'ya asker çıkarsın.Bütün ihracaat tamam olunca harp
ederiz.Mağlup eden hakkına razı olur."


Bu sözleri duyan İtalyan elçisi atılıyor:"Bu bir harp ilanı mıdır?"
Atatürk:
"Hayır ben burada bir fert olarak konuşuyorum.Türkiye de harp ancak Türkiye
Büyük Millet Meclis'nin yetkileri içindedir."
Bu durum üzerine Başbakan İsmet Paşa'ya haber verilir telefonla.Ve Ankara
Palas'a çağrılır. Atatürk bunu haber alınca:
"Hükümet geliyor,biz gidelim" der. Çankaya'ya döndüğü zaman şunları söyler:
"İtalya ile harp tehlikesi yoktur.Rodos'a yapılan hareket Habeşistan'a
yönelecektir."


O yıllarda İtalya'daki faşist yönetim kendine yeni sömürgeler
arıyordu.Avrupa gazetelerinde zaman zaman İtalya'nın Rodos Adası'na yakın
Anadolu topraklarını işgale hazırlandığına ilişkin haberler
yayınlanıyordu.Türk hükümeti de her ihtimale karşı bütün tedbiri
almıştı.Ancak Atatürk'ün söylediği yine gerçekleşti ve İtalya Türkiye yerine
Habeşistan'a saldırdı.
RUSYA'NIN GELECEĞİ
Kurtuluş Savaşı sırasında en büyük desteği Rusya'dan alan Mustafa
Kemal,savaş sonrasında ise ilişkileri belli bir düzeyde
sürdürüyordu.ÇünküLenin'den sonra iktidarı ele geçiren Stalin Rusya'yı
keyfi bir şekilde
yönetiyordu… 1936 yılında Atatürk her zamanki gibi Çankaya'daki akşam
yemeklerinde ülkenin sorunlarını konuşurken,masadakiler sık sık Paşam,Ruslar
şöyle ileri adımlar atıyor,ekonomide,sanayide,askeri alanda şöyle başarılı
oluyorlar diye anlatıyordu. Atatürk'ün bunun üzerine yemeği bırakıp masanın
üzerindeki içinde meyvelerin bulunduğu tabağı alıyor ve yere atacakmış gibi
yapıyor.Masadakilere :
"Eğer bunu yere bıraksam kaç parça olur?" diye soruyor. "40 parça olurdu
Paşam"diyorlar. "Hayır.." diyor Atatürk,soruyu yine tekrar ediyorlar,aynı
cevabı alıyor.Bunun üzerine "Bilemediniz…" diyor. Ve devam ediyor:


"Biraz sabredin…Yurtta Sulh,Cihan'da Sulha sarılın.Çünkü 60 yıl sonra Rusya
60 parça olucak.Bu nesil Bolşevik ihtilali yaptı.Kan kussa,kızılcık yedim
der.Oğulları da babalarının istikametinde gider.Ama ondan sonraki nesil
Rusya'yı 60 parçadan böler…"


Bu sözler 1936 yıllarını şöyle bir hatırlayalım..Henüz daha II.Dünya Savaşı
çıkmamış ve Rusya büyük bir güç olmamışken,bu söz
söylenmiştir.Anlattığışeyler 64 yıl sonra
gerçekleşmiştir.Atatürk devam etmiştir: -
"Bu gün Sovyetler Birliği
dostumuzdur,komşumuzdur,müttefikimizdir.Budostluğa ihtiyacımız
vardır.Fakat,yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez.Tıpkı Osmanlı
gibi,tıpkı Avusturya Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir,
ufalanabilir.Bu gün Rusya'nın elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından
kaçabilirler.Dünya yeni dengeye ulaşabilir.İşte o zaman Türkiye ne
yapacağını bilmelidir.Bizim,bu dostumuzun idaresinde dili bir,inancı bir,özü
bir kardeşlerimiz vardır.Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.Hazır olmak
yalnız o günü susup beklemek değildir.Hazırlanmak lazımdır.Milletler buna
nasıl hazırlanır?Manevi köprüleri sağlam tutarak..Dil bir köprüdür.İnanç bir
köprüdür.Tarih bir köprüdür.Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü
tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz.Onların bize yaklaşmasını
beklemeliyiz,bizim onlara yaklaşmamız gerekliliğidir.Rusya bir gün
dağılacaktır.O zaman Türkiye onlar için örnek bir ülke olacaktır."diyen
Atatürk :
"Türkiye 21 nci Yüzyılı şekillendiren Avrasya için bir kilit ülke
konumundadır.Onlar bizi örnek alacaklardır." diye görüşünü bildiriyor.
Atatürk'ün ileri görüşünü 1999 yılından 2000 yılına girerken gözlem yapan ve
gazeteleri televizyonları yani kısacası dünyayı takip eden herkes şu an bile
anlayabilir.


AVRUPA BİRLİĞİNİN KURULUCAĞINI BİLİYORDU…
Atatürk dış politikaya da önem verilmesini çok iyi
biliyordu.Türkiye'ninkomşularında meydana gelebilecek olaylardan
etkilenebileceğini savunan
Atatürk bir akşam Çankaya Köşkü'nde çocukluk ve mahalle arkadaşı Asaf
İlbay'ın da aralarında bulunduğu dostlarına dış siyaset hakkında dış siyaset
hakkında şunları anlatır: -


"Bir Balkan Birliği'ne lüzum vardır.Beni bırakınız ki fırkamın lideri olarak
Balkanlar'da bir seyahat yapayım.Balkan devlet adamlarıyla konuşayım ve
efkarı umumiyeyi hazırlayayım.Dünyanın ufuklarında kara bulutlar
görüyorum.Balkan Birliği kurulabilirse,bir Avrupa Birliği'ne yol
açılabilir.Batı devletleri de er geç birleşmiş olacaklardır."


Avrupa Birliği düşüncesi ilk olarak ancak II.Dünya savaşı sonrasında ortaya
çıkabilmiştir.1960'ların başında Batı ülkeleri tarafından üzerinde
konuşulmaya başlanmış olan bu düşünce,1980'lere gelindiğinde ancak
genişlemeye başlayabilmiştir. Oysa ki,Atatürk bakışlarını bir noktada
yoğunlaştırarak dalgın bir halde ısrarla şunları şunları söylüyordu:


"..Evet,bir Balkan Birliği ve sonra da Batı Devletleri Birliği beşeriyeti ve
ulusları,görünür görünmez felaketlerden koruyabilir.Yoksa insanlığın başına
gelecek sefalet ve ıstıraplara ölçü yoktur.Dünya bir uçurama doğru gidiyor…"


UÇAKLARLA İLGİLİ KEHANETİ
Atatürk uçakların henüz daha bırakın savaşlarda kullanılmasını normal
günlerde bile kullanılmadığını ve birçok kimse için ölüm kutusundan başka
bir şey olmayan günlerde ,Fransa'da Abidin Daver'e söylediği uçaklarla
ilgili şöyle demiştir:
"Teyyareler gün gelecek savaşlarda önemli roller oynayacaktır."
1908 yılında söylenen bu söz ,Abidin Daver'in hiç aklına yatmadığını itiraf
etmiştir.Çünkü o yıllarda uçağı savaşta kullanılması akıllarda dahi yok gibi
bir şeydi.


ANNESİNİN ÖLÜMÜYLE İLGİLİ GÖRDÜĞÜ RÜYA…
Zübeyde Hanım rahatsızlığı artığından Uşşakizadeler 'in evinde oğluna hasret
vefat eder.Ancak bu haber Paşa'ya nasıl haber vereceklerini düşünüyorlardı.
Annesinin ölümünden habersiz olan Mustafa Kemal ,aynı saatlerde trenle
çıktığı Yurt gezisinde uyumaktaydı. Gecenin ilerleyen saatlerinde gördüğü
kabus gibi rüya yüzünden kan ter içinde uyanır..Bir sigara yakar ve zile
basarak kompartımanındaki hizmetine bakan Ali Çavuş'u çağırıp: -"Gördüğüm
rüya canımı sıktı…"der. Ali Çavuş :


"Hayırdır Paşam" deyince Atatürk de rüyasını anlatır: -"Pek hayır olacağa
benzemiyor.Kırlık bir yerdeymişiz.Her taraf yeşillik.Birden bire sel
geliyor,annemi alıp götürüyor.Endişe ediyorum.Yaverlere söyle,İzmir'e
telgraf çekip annemin sağlık durumunu sorsunlar…"
Acı haber tez gelir derler…Kısa bir süre sonra Yaver Salih'in yolladığı
şifreli telgraf le gelir.Atatürk telgrafın şifreli olduğunu derhal
anlayarak: -"Annem öldü mü?" Ali Çavuş üzgün bir şekilde telgrafı uzatır: -
"Başınız sağ olsun Paşam." Gözleri yaşla dolan Atatürk :
"Bana malum oldu..Bana malum oldu…Bunun kabusunu gördüm ben..Anam..Zavallı
çilekeş anam..Benim anam öldü başka analar sağ olsun.."
diyerek koltuğuna çöker. Vatan hizmetinin zorunluluğu yüzünden annesinin
cenaze törenine katılamaz.


Bunlar ve bundan daha fazlası kehanet Atatürk'ün düşüncelerinde
belirmiştir.Daha sonra bunları çeşitli olaylardan sonra dile getirerek
parapsikolojik yeteneğini görmemize neden oluyor.Daha fazla bilgilenmek için
Gazeteci Ali Bektan'ın 18 yıllık alın teriyle çıkardığı "ATATÜRK'ÜN
KEHANETLERİ" adlı kitabını alabilirsiniz.Gerçekten bizim için bir "Kader"
diyebileceğimiz Atatürk sözleri,fikirleri ve düşüncerini TÜRK HALKINA her
zaman önüne sunmuştur.Bize düşen böyle bir kişiliğe sahip olduğumuzla
övünmek yerine,bize kalan mirasları olan ülkemiz ve düşüncelerini geliştirip
yeni neslin çocuklarına "net bir " TÜRKİYE bırakmak için çalışmamız
gerekecektir. Durumumuzu özetlersek :

"Bilginin efendisi olmak için Çalışmanın kölesi olmak lazımdır."

Hiç yorum yok: