29 Haziran 2007 Cuma
LOSEV ve Losemili Hastalara Destek Kampanyasi
Yazar: Manitu Zamanı: 15:56 0 yorumlama
İlgili Başlıklar: çocuk, duyarlılık, insan, kan bağışı, problem, sağlık, sosyal, türkiye, vakıf, yardım
TNT Kitap Kampanyasi
“TNT Ekspres Bilgi ve Kültür Taşıyor” kitap toplama kampanyasında toplanan 5 TIR kitabın tasnifi için TNT Ekspres Türkiye çalışanları seferber oldu.
TNT Ekspres Türkiye Geleneksel Kitap Toplama Kampanyası’nda toplanan kitap ve bağışta bulunanların sayısında rekor kırıldı. 5 TIR dolusu kitabın tasnif işlemine TNT Ekspres Türkiye Genel Müdürü Turgut Yıldız ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan da katıldı.
TNT Ekspres Türkiye’nin bu yıl 4üncüsü düzenlenen “TNT Ekspres Bilgi ve Kültür Taşıyor” Kitap Toplama Kampanyası’na gösterilen ilgi giderek artıyor. TNT Ekspres Türkiye’nin, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile birlikte düzenlediği kampanyaya Türkiye’nin dört bir yanından bini aşkın kişi kitap bağışında bulundu.
10 Ağustos 2003 tarihi itibariyle toplanan kitap sayısı 150 bine ulaştı. Kitaplar, başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu olmak üzere kütüphanesi ve kitabı olmayan okullara gönderilecek. Okul başına 2 bin kitabın yollanacağı kampanya ile bu yıl yaklaşık 75 okul kitaba kavuşacak.
Kitap bağışının Eylül başına kadar süreceği kampanyada toplanan 5 TIR dolusu kitabın okullara gönderimi öncesinde tasnifi TNT Ekspres çalışanlarınca büyük bir titizlikle gönüllü olarak yapılıyor.
Kitap tasnif işlemine, TNT Ekspres Türkiye Genel Müdürü Turgut Yıldız ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan da katılarak, kitapları gidecek bölgelerin ihtiyaçlarına göre ayırdılar. TNT Ekspres Türkiye çalışanlarının ve müşterilerinin de kitap bağışladığı kampanyada şimdiye kadar yaklaşık 100 bin kitap tasnif edildi.
Eylül ayının ilk haftasına kadar kitap kabul edilecek olan kampanyada bağışlanmak istenen kitaplar Türkiye’nin her noktasından TNT Ekspres kuryeleri tarafından ücretsiz olarak alınıyor ve TNT Ekspres’in bu kampanya için özel olarak tahsis ettiği depoda toplanıyor.
TNT Ekspres Türkiye, her yıl Kütüphaneler Haftası’nda start alan “TNT Ekspres Bilgi ve Kültür Taşıyor” isimli kampanya sayesinde, ders kitabı bile bulmakta zorlanan öğrencileri dünyayla tanıştıracak benzersiz kütüphanelere kavuşturuyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın öngördüğü yayınlar ile eğitim ve genel kültür kitaplarından oluşan kitapların kabul edildiği TNT Ekspres’in kitap toplama kampanyasına katılmak isteyenler 444 0 868 nolu telefondan detaylı bilgi alabilirler.
Kapıdan kapıya hızlı kurye taşımacılığı sektörünün en hızlı ve en güvenilir şirketi olan TNT Ekspres, 200 ülkedeki 891 depo ve dağıtım merkezi aracılığıyla, haftada yaklaşık 3.6 milyon adet gönderi taşıyor. Dünya çapında 20 binden fazla kara taşıtı ve 43 hava taşıtından oluşan güçlü ulaşım filosuna ve Avrupa'daki en geniş teslimat altyapısına sahip. Sektörde insana yaptığı yatırımlarla küresel ün kazanan ilk şirket olan TNT Ekspres’in 2002 yılı cirosunu 11,782 milyar Euro olarak açıklandı.
27 Haziran 2007 Çarşamba
Sosyal Fobiklerin Ozellikleri
* Yanlız yaşama oranları yüksektir.
* Eğitim seviyeleri düşüktür.
* Özellikle çok erken başlangıçlılarda okul fobisi gibi olur ve başarı düşük olduğu için eğitimlerini sürdüremezler.
* Genelllikle ekonomik açıdan bağımlıdırlar yada fobileri dolayısıyla gerçek performanslarını gösteremedikleri için hakettikleri başarıyı gösteremez ve ekonomik anlamda olmaları gereken yerin çok altında yer alırlar.
* Başka psikiyatrik problemleri vardır.
* Sosyal açıdan toplumdan yalıtılmış bir durumdadırlar.
* Zaman zaman yaşadıkları sıkıntılar intiharı düşündürebilir.
Mustafa Güveli - Psikoturk.net
Sosyal Fobi Tedavisi
Sosyal fobi iyi tanımlanmış bir durumdur ve tedaviye iyi yanıt verir.
Fobik kaçınma sosyal ortamlarda duyulan anksiyeteden (sıkıntı) kaynaklanır. İlaçla kişinin sosyal ortamlardan duyduğu sıkıntı azalır.
Genel sosyal fobide ilaç uygulamaları ile başkaları tarafından reddedilme yada eleştiriye maruz bırakılmaya duyulan aşırı hassasiyet azalır.
İlaç tedavisi bağımlılığa yol açmaz. (Doktor kontrolünde olduğu müddetçe.)
İlaç tedavisinde genellikle depresyonda da kullanılan antidepressanlar kullanılır. En az 6 aylık tedavi önerilir. Ancak bu devrede ilaç kesildiğinde kendiliğinden nüksler görülebilir.Daha uzun süreli kullanım önerilir. Hastaların en sık yaptığı yanlış: sıkıntılar hafiflediğinde ilaç kullanımını aksatmalarıdır. Bu yüzden hastalık belirtileri tekrar ortaya çıktığı için hastalık müzmin (kornik) bir hal almaktadır ve kişinin tedavi olamayacağı gibi yanlış bir kanıya saplamasına neden olmaktadır.
Sosyal fobide psikoterapi uygulamanın gerekçesi hastaların negatif yoldaki inançları ile (sosyal ortamlarda başarısızlığın kaçınılmaz olduğu gibi ) yüzleşmelerini sağlamaktır. Sosyal fobinin temelinde bu tür inanların yer aldığı düşünülmektedir.
Hipnozda sosyal fobide psikoterapiye yardımcı bir araç olarak kullanılmaktadrı. Hastanın sosyal ortamlara uyumu için ve sıkıntı duygusunu yenmesi için oldukça yararlı bir yöntemdir.
Soyal fobi erken başlangıçlı kronik gizli bir hastalıktır.
Tedaviye iyi yanıt verir. İyi tedavi hastanın durumuyla başetmek için zararlı stratejiler geliştirmesini ve depresyon ve alkolizm gibi ek rahartsızlıkların ortaya çıkmasını engeller.
İlaç tedavisi belli bir süre devam etmesi gerekirİlk ay belirgin bir yanıtın alınamayabilecei hatırdan çıkarılmamalıdır.Tek başına yada iilaçla birlikte yapılan psikoterapi sosyal fobide oldukça faydalı neticeler verir.
Mustafa Güveli - Psikoturk.net
Yazar: Manitu Zamanı: 10:08 0 yorumlama
İlgili Başlıklar: birey, duyarlılık, eğitim, neden, problem, psikoloji, sağlık, sosyal, sosyal fobi, toplumsal, türkiye, yardım
Sosyal Fobi Nedir?
Toplumumuzdaki diğer bir yaygın ruh hastalığı ise sosyal fobidir. Panikatak
hastalığı gibi sosyal fobi hastalığında da bilinçli hasta sayısı düşüktür.
İnsanlar olumsuz duygularının nedeninin farkında bile değillerdir çoğu zaman.
Sosyal ortamlarda başkaları tarafından inceleme altında tutulduğu korkusu performans gösterilmesi gereken durumlarda eleştirilme yada küçük düşme korkusunun yaşanmasıdır.Ve kişi bu korkunun yaşanmasından kurtulamak için bu tür sosyal ortamlara girmekten kaçınır.
Kaçınma nedeniyle kişinin sosyal mesleki yada aile yaşamı etkilenir.
Sosyal fobi iki farklı şekilde görülür.
Genel: Korkular hemen her durum için geçerlidir.
Özel:Yalnızca özel bazı durumlar için geçerlidir. (Başkalrının önünde imza atmak, yemek yemek vs gibi.)
Sosyal fobide en sık karşılaşılan belirtiler şu şekilde sıralanabilir.
Çarpıntı
Titreme
Terleme
Kaslarda gerginlik
Midede rahatsızlık hissi
Göğüste sıkıntı hissiSıcak yada soğuk basması
Başta ağırlık hissi
Başağrısı
Bu durumda kişi zaman içerisinde bu belirtilerle yaşamaya alışabilir. Ancak hayatının değişik alanlarını kısıtlamaya başlayan belitiler bir gün iş güç yapmayı da engellemeye başlarsa işi için tedavisi şart bir durum haline gelir.Yaşanan bu belirtiler kişide derin bir korku ve heyecan hali lie birlikte görülür.
Korkulan durumlardan kaçıma davranışı genellikle çok belirgindir.Ve bazen tam bir sosyal yanlızlıkla sonuçlanabilir. Korkulan durumlarda kaçınmak için olmadık şeyler yaparlar. Bir seminer vermesi gereken kişinin seminer iptal olsun diye ayağının kırılmasına bile sevineceğini söylemesi hatta bunun için dua ettiğini söylemesi olayın ne kadar sıkıntı verici olduğunu anlatmak için yeterli olur sanırım.
Sosyal fobisi olanlar genelde aşağıdaki durumlarda sosyal fobi belirtilerini yoğun olarak yaşarlar.
*Topluluk önünde konuşmak.
*Bir işle uğraşırken seyredilmek.
*Başkalarının önünde yemek yemek-içmek.
*Otorite konumundaki kişilerle temas etmek.
*Misafir kabul etmek
*Başkaları ile tartışmak
*Toplulukta telefonla konuşmak.
*Tanımadığı kişilerin gözlerinin içine bakmak,
*İlgi odağı olmak.
*Başkalarının önünde yazı yazmak.
Sosyal fobi belirtilerini bazen kişi kaygı belirtilerinden birisi imiş gibi düşünebilir.
Korkulan durumdan kaçma davranışı genellikle çok belirgindir. Tam bir sosyal yanlızlığa yol açabilir.
Başlangıç yaşı sosyal fobide çok erkendir. Hastaların % 40’ında başlangıç yaşı 10’un altındadır. Hastaların %95’inde ise başlangıç 20’nin altındadır. Okul fobisi olan çocukların %40’ında ise sosyal fobi olduğu belirtilmektedir.
Mustafa Güveli Psikoturk.net
Yazar: Manitu Zamanı: 10:03 0 yorumlama
İlgili Başlıklar: birey, duyarlılık, eğitim, neden, problem, psikoloji, sağlık, sosyal, sosyal fobi, toplumsal, türkiye, yardım
PANIKATAK SIKLIGI VE TEDAVI
Genel olarak anksiyete bozuklukları (genel karekteri sıkıntı olan bir grup rahatsızlık) toplumun %8.3’ünde görülür.
Panik bozukluğun görülme sıklığı ise % 1.5- % 3.5 (artalama olarak kadında% 2.1, erkekte % 0.6) Görüldüğü gibi kadınlarda daha sık görülür.
Başlangıç yaşı: Ergenliğin sonları - 30 yaş
TEDAVİ
Bu bozukluğun tedavisi yapılmadığı taktirde genellikle kişinin sosyal işlevselliğini kıstlamaya başlayan bir hal alır ki. Sosyal mesleki işlevselliğin bozulması ile kişinin ekonomik kayıpları da başlar. Bu durum hastalığın şiddeti ile doğru orantılıdır.
Tedavisinde ilaçlar ve psikoterapi kullanılır.
Mustafa Güveli Psikoturk.net
Panikatak Nedir? Belirtiler - Ozellikler
Panikatak toplumumuzda son derece yaygın bir rahatsızlıktır. Bir çok insan
yaşadığı panik halinin farkında bile değildir. İnsanlar bu hastalığı geçici
kaygı durumları olarak algılarlar. Bu konudaki ve genel sağlık konularındaki
eğitimsizlik nedeniyle bir çok panikatak hastası problem yaşamaktadırlar. Sağlık
sorunlarının sağlık kurumlarında çözülme oranı ülkemizde düşüktür. Profesyonel
yardım almak en son yöntemlerdendir. Hatta bilinçsizlik o kadar ileri safhadadır
ki panik halindeki bir insan toplum içinde "deli" olarak adlandırılır.
Çevresikiler ve hatta ailesi tarafından "yine delirdi" sözleriyle alay
konusu bile olabilir.
Panik Atak Nedir?
Aşağıda sayılan 13 bedensel ve bilişsel belirtiden en az dördünün eşlik ettiği yoğun korku ve rahatsızlık hissi.
*Çarpıntı, kalp atımlarını duyumsama
*Terleme
*Titreme ya da sarsılma
*Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma
*Soluğun kesilmesi
*Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı duyma
*Bulantı ya da karın ağrısı
*Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma
*Derealizasyon ya da Depersonalizasyon (Dış dünya yada kendisi gerçekliğini kaybetmiş gibi hissetme.
*Kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu
*Ölüm korkusu
*Uyuşma ve karıncalanma duygusu
*Üşüme ürperme ve ateş basması
Bu belirtiler genellikle 10 dakika gibi bir sürede yoğunlaşarak doruk noktada sıkıntı verir sonra da genellikle yavaş yavaş azalır. Bu durum bir kez olursa panik nöbet olarak isimlendirilir. Ancak tekrarlamalarla gideceğinden kişi nezaman olacak diye beklentiden dolayı sıkıntı duymaya başlar ki buna beklenti nksiyetesi denir. Bu anksiyete nedeniyle dışarı yanlız çıkmaktan korkmaya yanında birisi olmadan uzağa gitmekten kaçınmaya başlar. Tekrarlayan panik nöbetlere ve kaçınma davranışının eşlik ettiği duruma panik bozukluk denir
Mustafa Güveli PsikoTurk.net
Panikatakli Bir Hasta Oykusu
Ayşe Hanım henüz 28 yaşında, iş hayatında oldukça başarılı, hırslı ve çalışkan bir kadındı. Her gününün bir öncekine göre daha iyi olması için özen gösteriyordu. Sağlığıda şeytan kulağına kurşun fena değildi hani.
Ne olduysa birden bire oluverdi. Bir gün iş yerinde iken aniden içinde bir şeylerin akıp gittiğini farketti. Birden bire kalbi çarpmaya başladı. Öyle hızlı çarpıyordu ki sanki arkadaşları kalp sesini duyacak zaneetti. Öyle yoğun bir sıkıntı hissi vardı ki terliyordu. Elleri buz kesmişti adeta. O an düşüp ölecekmiş gibi geldi. Arkadaşları onu hemen bir hastaneye götürdüler. Doktorlar şikayetlerini dinlediler; bir sürü tahlil yaptılar ve sonuç kocaman bir hiç çıktı. “Sizin hiç bir şeyiniz yok.” Dediler ve evine gönderdiler.
Birkaç gün sonra aynı şeyleri tekrar yaşayınca korkmaya başladı. Artık hemen hergün bir kaç kez benzer şikayetler oluyordu ve hiçbir şeyiniz yok diyerek evine gönderiliyordu. Çıldırmak üzereydi. Madem hiçbir şeyi yoktu neden kalbi birdenbire deli gibi çarpmaya başlıyor, titriyor , terliyor, tansiyonu çıkıyor ve sonra baygınlık geliyordu. O an sanki ölecekti nefesi kesiliyor gibi oluyordu.
Artık yaşadığı bu kötü anın ne zaman geleceğini beklemek ve olmadık bir yerde geleceğinden korkmakla geçiriyordu günlerini. Hastnelere yakın yollardan geçmeye özen gösteriyor. Yanında birisi olmadan evden çıkmıyordu. Artık işinide bırakmıştı. Ama hastaneye gittiğinde tetkiklerinde hiç bir şey yoktu. Artık o da hiç bir şeyi olmadığı halde yaşadığı bu durumdan nefret etmey başlamıştı. Yoksa çıldırıyor muydu ?
Ve bir keresinde kendisine bir psikiyatriste başvurmasını önerdiler. O bile “ben delimiyim neden psikiyatriste gidecekmişim” dedi. Ama artık dayanılmaz hale geldiğinde bir psikiyatriste gitti. Deli değildi ama panik bozukluğu vardı ve yaşadıkları panik ataklardı. Artık çok daha rahat. Yalnız başına dışarı çıkabiliyor. Hatta işine bile tekrar başladı.
Mustafa Güveli - Psikoturk.net
26 Haziran 2007 Salı
Kan Bankasi - Acil Kan İhtiyaclari
KAN BANKASI WEB SİTESİ
Sinan'ın yaşama umudu sadece AB Rh (-) kanın bulunmasına bağlıydı. Ağır yanık tedavisi gören, Ankara Numune Hastanesi'nde gün aşırı Kan verilen Sinan'ın yaşamı. Sinan henüz 11 yaşındaydı. Göreceği, mutlu-mutsuz olacağı yaşayacağı güzel yıllar vardı. Sinan ve onun gibi kan ihtiyacı olan nice hastaların, kan verecek gönüllülerin, bir birlerine internet ortamıyla ulaşabilecekleri bir site olmalı diye düşünerek yola çıktık.
İnternet sadece eğlence aracı olarak bir iletişim sistemi değil, topluma hizmet de eden bir bilişim aracı da olmalıydı. Bu düşünce ile hazırlandı Kan bankamız.
KANbankasi.gen.tr sitesi tüm Türkiye'nin. Biz sadece bu projeyi başlatan kimseleriz.. Proje sahibi ve sorumlusu bizler elimizden geldiğince bu siteyi desteklerinizle ayakta tutmaya çalışıp büyütmeye çalışacağız.Her zaman yardımlarınızı bekliyoruz.
Vereceğinizi umduğumuz destekleriniz için şimdiden teşekkür eder, saygılarımızı sunarız.
Lütfen site hakkında istek, öneri ve eleştrileriniz için bizlerle iletişim'e geçin.
Bizlerle iletişim için bilgi[at]kanbankasi.gen.tr adresini kullanabilirsiniz.
Oğuzhan ve Hidayet'e teşekkürler. Güzel bir oluşum meydana gelmiş
sayelerinde. Toplumsal
Yazar: Manitu Zamanı: 10:25 0 yorumlama
İlgili Başlıklar: bencillik, birey, duyarlılık, eğitim, insan, kan bağışı, sağlık, toplumsal, türkiye, vakıf, yardım
Prof. Mehmet Oz - Saglik Tavsiyeleri
Dr. Mehmet Öz'den Öğütler
1.Sigara içeni ameliyat etmem. Sigarayı bırakmayan hastayı kesinlikle tedavi etmem. Sigaranın belki de en büyük düşmanlarından biriyim. Çünkü insani öldüren bir şey. Hasta kendini öldürmeye karar verdiyse ben ne diye onun için uğraşayım ki, şifa bekleyen onca hasta var, enerjimi onlara harcarım.
2.Sevgisiz insanin kalp riski yüksek. İnsanlara severek kızarım. Herkesin de böyle yapmasını tavsiye ederim. Çünkü sevgisiz, kötülük düşünen,beddua ve küfür eden insanin kalp krizi riski ve olum oranı çok daha yüksek.
3.Dua etmek insani iyileştirir. Ben inançlı biriyim. Her ameliyatımda mutlaka dua ederim. Bence duanın, meditasyon, şifa gibi, iyileştirici özelliği var. Ameliyat sonrası hastalarıma da mutlaka dua ettiriyorum. Bunun sağlıklarına çabuk kavuşmalarında müthiş bir etkisi var.
4.Doğu tıbbı çok gerekli. Ben de " klasik " tip adamıyım ama alternatif yani tamamlayıcı tip yöntemlerini reddetmiyorum. Akupunktura yüzde 100 inanıyorum. Çinliler bu minnacık iğnelerin sırrını çözmüş. Ama bu tur tamamlayıcı tedavilerde insanin istemesi çok önemli. Doğu tıbbında özgür irade on planda.
***** İdeal sağlık göstergesi olarak, kadınlar için ideal bel ölçüsü 82 santimdir. Eğer 93 santimi geçerseniz, sağlık riskiniz artar. Erkekler için ideal ölçü ise 88.5 santimdir. 101 santimden yukarısı sağlık riski demektir.
5.Hipnoz etmeden ameliyat etmem. Ben ve ekibim ameliyatlarım öncesinde hipnoz kullanıyoruz. Çünkü hasta heyecanlanıp kalp krizi geçirebiliyor. Sakinleştirici verdiğimde de sorunu geçici olarak çözmüş gibi oluyorum ama kökenine inmediğim için problem devam ediyor. O nedenle hipnoz yapıp sorunun kaynağına iniyorum. Hasta daha çabuk sağlığına kavuşuyor.
6.Her gün aspirin içmeli. Hayatımda ilaç kullanmadım. Zorda kalmadıkça kimseye de tavsiye etmem. Ama herkese her gün mutlaka bir aspirin içmesini salık veriyorum. Ben de içiyorum. Aspirinin kani sulandırdığını biliyorduk ama simdi yeni faydalarını da öğreniyoruz. Örneğin,vücuttaki birçok doku tahrişini önlediğini yeni öğrendik. Aspirin ömrü uzatıyor.
Sağlıklı Beslenme Dikkat Edilecek Önemli Konular
Çay yerine ıhlamur içilmeli. Günde en fazla iki çay yada kahve içebilirsiniz. Fazlası zararlı. Ancak ıhlamur kesinlikle zararlı değil, dilediğiniz kadar için.
Sarımsak müthiş bir bitki... Vücudu koruyan hücreleri destekliyor,tansiyonu düşürüyor. Sarımsaktan çıkan maddeyi yüksek tansiyonlu kişiye kullandığımızda, tansiyonu hemen düşüyor. Her gün birkaç diş sarımsak yenmeli.
Başka bir mucize sebze de ayşekadın fasulye. Türkiye'de bol üretilen bu sebze bence her öğün, özellikle de çiğ olarak mutlaka sofrada bulunmalı. Vücuda müthiş yararlı bir bitki.
Semizotu da içindeki Omega 3 nedeniyle son derece faydalı. Çiğ yenirse, daha da yararlı. Biz her gün ailecek öbek öbek çiğ semizotu yiyoruz.
Et yiyecekseniz, yanında mutlaka çiğ domates de olmalı. Çünkü domatesin içindeki Lcyopin adli antioksidan, etteki zararlı Omega 6'lari yararlı hale dönüştürüyor.
Kayısı çok yararlı ancak 1 günde 1 avuçtan fazla yenmemesi gerekiyor. Karpuz ve kavunda ise ince bir dilim tercih edilmeli.
Üzüm ve muz, çok yüksek dozda şeker içerdiği için daha az tüketilmeli.
Her sabah aç karnına içilen bir bardak ılık suyun ardından bir avuç ceviz çok iyi gelir. Ben her sabah alıyorum.
Artık sütün de 'Sağlıklı olanı" çok zor bulunuyor. Hayvanlara verilen hormon ve antibiyotikler süte karışıyor ve saflığını yok ediyor.
Çocuklara soya sütü içirilmeli. 35 yasin üzerindekilere sütün içindeki laktoz pek iyi gelmiyor. Laktozu alınmış süt yerine ise de bol bol su içilmeli.
Balık hariç, kırmızı etle beyaz et ayni. Çünkü hem danaya, hemde tavuğa yüksek dozda hormon ve antibiyotik veriliyor. Et yenecekse, hepsi yenebilir. Fark etmez!
Beyaz pirinç ve beyaz un son derece zararlı. Çünkü her ikisi de yanınca şekere dönüşüyor. Yani ha avuç avuç toz şeker yemişsiniz ya da pilav ya da beyaz undan yapılan ekmek... Arada fark yok. Pilav ve ekmek için esmer un ya da esmer pirinci tercih edin.
Lahana zayıflamak için çok ideal. Hazmı zor olduğu için tıkar ve kalorisi çok düşük.
Şişmanlık en az sigara kadar tehlikeli. Hatta sigaradan da çok. İdeal kilodan daha düşük kilolu olan insanlar uzun omurlu oluyor. İdeal rejimler 1 haftada 1 kilo verdiren rejimlerdir. Diğerlerine aldanmamak lazım. Eğer haftada 1 kilodan fazla kaybediliyorsa, vücuttan sadece su kaybediliyordur dikkat!.
Alıntıdır
Tuketici Merkezi - Ornek Dilekceler
Bu sayfa TüketiciMerkezi.Org sitesinden alıntı yapılarak yayınlanmıştır.
Kullanabileceğiniz dilekçe örnekleri aşağıdadır. Daha fazla bilgi için ilgili
siteyi inceleyebilirsiniz. Hakkınızı arayın!
Değerli Tüketiciler;
Bu sayfa sizlerden gelen şikayetlerin hızlı ve pratik olarak yanıtlanması amacıyla hazırlanmıştır. Şikayet formunu eksiksiz olarak doldurduğunuz takdirde size bir Şikayet Numarası ve Şifre verilecektir.
Bu numarayı ve şifreyi unutmayın. "Şikayet Takip Sayfası" bölümüne verilen numara ve şifre ile giriş yaparak şikayetinizle ilgili her türlü veriye ulaşabilecek ayrıca çözüm yolları hakkında bilgi alabileceksiniz.
Şikayet Numaranızı ve Şifrenizi unuttuğunuz takdirde tuketici@... adresine mail atarak yardım isteyebilirsiniz.
Türkiye'de bulunan Sivil Toplum Örgütleri arasında bir ilk olma özelliği taşıyan bu sistemi tüketicilere kazandıran Ahmet SAVAŞ'a teşekkürlerimizi sunarız.
Şikayeti Bildirmek için tıklayın :
http://www.tuketicimerkezi.org/yeni/sikayet_bildir.php
Formu doldururken lütfen eksiksiz olmasına dikkat edin.
Sorun ile karşılaştığınız takdirde tuketici@... adresine mail atabilirsiniz.
Bildirdiğiniz Şikayeti Takip Etmek için Tıklayın :
http://www.tuketicimerkezi.org/yeni/sikayet_no_takip.php
Şikayetlerinizin on-line takibi için: Şikayet Takip Sayfasını kullanabilirsiniz.
Tüketici Mahkemelerine hitaben hazırlanan dilekçe örneklerini bilgisayarlarına indirebilirsiniz.
1) BİLGİ EDİNME BAŞVURU FORMU
2) KAPIDAN SATIŞLARDA CAYMA BİLDİRİM BELGESİ
3) SATIN ALINAN HİZMETİN AYIPLI ÇIKMASI (Tüketici Mahkemesi'ne)
4) SATIN ALINAN HİZMETİN AYIPLI ÇIKMASI (Tüketici Sorunları il / İlçe Hakem Heyeti Başkanlığı'na)
5) SATIN ALINAN MALIN AYIPLI ÇIKMASI (Tüketici Mahkemesi'ne)
6) SATIN ALINAN MALIN AYIPLI ÇIKMASI ( Tüketici Sorunları İl / İlçe Hakem Heyeti Başkanlığı'na)
7) YETKİLİ SERVİSİN 15 İŞGÜNÜNÜ GEÇİRMESİ VE/VEYA AZAMİ TAMİR SÜRESİ 30 İŞGÜNÜNÜ GEÇİRMESİ
8) SÖZLEŞMEDEKİ HAKSIZ ŞARTLAR
9) TAKSİTLİ SATIŞTA / KAMPANYALI SATIŞTA SÖZLEŞMENİN BİR NÜSHASININ TARAFIMA VERİLMEMESİ
10) KULLANMA KILAVUZUNUN VERİLMEMESİ
11) ÜRÜN GARANTİ BELGESİNİN VERİLMEMESİ
12) YETKİLİ SERVİS İSTASYONUNUN BULUNMAMASI VEYA YETKİLİ SERVİSİN YEDEK PARÇA STOKUNUN EKSİK VEYA BULUNMAMASI
13) TÜKETİCİ KREDİ SÖZLEŞMESİNİN TEK NÜSHA OLARAK DÜZENLENMESİ VEYA DÜZENLENEN BİR NÜSHASININ VERİLMEMESİ
14) SERGİLENEN VEYA SATILAN ÜRÜNDE FİYAT ETİKETİNİN BULUNDURULMAMASI ( Belediye Başkanlığı, Tüketici Sorunları İl / İlçe Hakem Heyeti Başkanlığı'na)
15) REKLAM KURULU ŞİKAYET DİLEKÇESİ
16) ABONELİK SÖZLEŞMESİ
17) DEVRE TATİL SÖZLEŞMELERİ
18) PAKET TUR SÖZLEŞMESİNİN VERİLMEMESİ
19) KAPIDAN SATIŞ FİRMASI ŞİKAYET DİLEKÇESİ
20) MESAFELİ SATIŞ ŞİKAYET DİLEKÇESİ
21) KREDİ KARTI SÖZLEŞMESİNE UYGUN OLMAYAN DURUMLARLA İLGİLİ ŞİKAYET DİLEKÇESİ
Tüketici Merkezi
Yazar: Manitu Zamanı: 08:27 0 yorumlama
İlgili Başlıklar: duyarlılık, eğitim, mevzuat, problem, türkiye, yardım
Hakem Heyetleri - Sanayi ve Ticaret Mudurlukleri
Tüketici sorunlarınız için il ve ilçelerde başvuru yapabileceğiniz hakem
heyetleri, illerdeki sanayi ve ticaret müdürlükleri iletişim bilgileri
aşağıdadır. Lütfen hakkınızı arayın. Daha bilinçli bir toplum olabilmemiz için
hepimizin üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekmektedir. Hakkını arayan
bir toplum olmamız dileğiyle.
Hakem heyetleri
İL SANAYİ VE TİCARET MÜDÜRLÜKLERİNİN TELEFON NUMARALARI
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı il ve ilçe merkezlerinde tüketiciler ile satıcılararasında çıkan uyuşmazlıklara çözüm bulmak amacı ile ilçelerde kaymakamlıklardaillerde ise Sanayi ve Ticaret İl Müdürlükleri bünyesinde hakem heyetlerini oluşturdu. Tüketiciler sorunlarını çözüm bulabilmek amacı ile bulundukları yerlerdeki hakem heyetlerine müracaat ederek sorunlarını çözüm bulabilirler. Buralarda verilen kararlar tüketici mahkemelerinde delil olarak ileri sürülebiliyor.
İl ve Telefon
Adana 0.322. 458 84 18 ADIYAMAN 0.416. 215 31 55 AFYON 0.272. 213 70 55 AĞRI 0.472. 215 16 66 AMASYA 0.358. 218 33 91 ANKARA 0.312. 310 66 81 ANTALYA 0.242. 243 47 78
ARTVİN 0.466. 212 21 46 AYDIN 0.256. 225 75 35 BALIKESİR 0.266. 243 02 52 BOLU 0.374. 215 15 34 BİLECİK 0.288. 212 11 08 ÇANAKKALE 0.286. 217 12 15 ÇANKIRI 0.376. 213 32 34 ÇORUM 0.364. 213 40 07 DENİZLİ 0.258. 261 43 43 DİYARBAKIR 0.412. 224 87 72 EDİRNE 0.284. 225 12 18 ELAZIĞ 0.424. 218 67 38 ERZİNCAN 0.466. 214 61 35 ERZURUM 0.442. 218 64 84 ESKİŞEHİR 0.222. 230 10 76 GAZİANTEP 0.342. 231 35 18 GİRESUN 0.454. 216 30 99 GÜMÜŞHANE 0.454. 216 30 99 HAKKARİ 0.438. 211 62 27 HATAY 0.326. 216 06 46 ISPARTA 0.246. 218 23 29 İÇEL 0.324. 336 70 70 İSTANBUL 0.212. 514 10 92 İZMİR 0.232. 446 35 43 KARS 0474. 223 20 03 KASTAMONU 0.366. 214 47 75 KAYSERİ 0.352. 231 10 08 KIRKLARELİ 0.288. 214 13 35 KIRŞEHİR 0.386. 213 34 09 KOCAELİ 0.262. 321 00 40/133
KONYA 0.332. 351 77 19 KÜTAHYA 0.274. 223 15 47 K.MARAŞ 0.344. 223 66 90 MALATYA
0.422. 323 59 69 MANİSA 0.236. 231 15 81 MARDİN 0.482. 212 56 33 MUĞLA 0.252. 214 18 90 MUŞ 0.436. 213 01 43 NEVŞEHİR 0.348. 213 50 08 NİĞDE 0.388. 232 34 82 ORDU 0.452. 213 35 58 RİZE 0.464. 223 05 70 SAKARYA 0.264. 277 36 40 SAMSUN 0.362. 431 18 41 SİİRT 0.484. 212 36 58 SİNOP 0.368. 261 45 34 SİVAS 0.346. 221 28 72 TEKİRDAĞ 0.282. 261 20 56 TOKAT 0.356. 214 30 68 TRABZON 0.462. 230 19 81 TUNCELİ 0.423. 213 23 40
ŞANLIURFA 0.414. 313 40 98 UŞAK 0.276. 227 39 58 VAN 0.432. 214 14 93 YOZGAT 0.354. 212 12 78 ZONGULDAK 0.372. 252 02 50 AKSARAY 0.382. 213 70 22 BAYBURT 0.458. 211 41 60 KARAMAN 0.338. 214 73 73 KIRIKKALE 0.318. 224 38 74 BATMAN 0.488. 213 90 89
ŞIRNAK 0.486. 216 21 99 BARTIN 0.378. 227 50 19 ARDAHAN 0.478. 211 45 87 IĞDIR 0.476. 227 03 57 YALOVA 0.226. 814 77 45 KARABÜK 0.372. 412 63 99 KİLİS 0.342. 813 99 74 OSMANİYE 0.322 813 55 07 DÜZCE 0.374. 524 13 73
İZMİR'DE FAALİYET GÖSTERENTÜKETİCİ SORUNLARI HAKEM HEYETLERİ
MERKEZ 0.232. 483 54 30 ALİAĞA 0.232. 616 10 01 BAYINDIR 0.232. 581 31 62 BALÇOVA
0.232. 277 94 15 BEYDAĞ 0.232. 592 63 58 BERGAMA 0.232. 631 28 54 BORNOVA 0.232. 388 19 79 BUCA 0.232. 438 61 69 ÇEŞME 0.232. 712 66 15 ÇİĞLİ 0.232. 376 33 77 DİKİLİ 0.232. 671 40 05 SELÇUK 0.232. 892 63 66 FOÇA 0.232. 812 11 64 KARŞIYAKA 0.232. 323 11 31 KONAK 0.232. 483 68 10 SEFERİHİSAR 0.232. 743 48 63 MENDERES 0.232. 782 14 73 ÖDEMİŞ 0.232. 545 22 69 MENEMEN 0.232. 832 16 75 TİRE 0.232. 512 18 60 GAZİEMİR 0.232. 251 35 23 NARLIDERE 0.232. 238 80 84 URLA 0.232. 754 25 46 TORBALI 0.232. 856 10 10 KİRAZ 0.232. 572 31 18 KEMALPAŞA 0.232. 878 11 56 KINIK 0.232. 687 10 16 KARABURUN 0.232. 731 30 19 GÜZELBAHÇE 0.232. 234 49 82
ANKARA'DA FAALİYET GÖSTERENTÜKETİCİ SORUNLARI HAKEM HEYETLERİ
ANKARA 0.312. 311 55 82 ALTINDAĞ 0.312. 341 94 69 ÇANKAYA 0.312. 418 99 72 ETİMESGUT 0.312. 243 29 56 GÖLBAŞI 0.312. 284 10 42 KEÇİÖREN 0.312. 314 47 20 MAMAK 0.312. 368 76 51 SİNCAN 0.312. 270 28 97 YENİMAHALLE 0.312. 315 38 20 AKYURT 0.312. 844 14 36 AYAŞ 0.312. 712 12 51 BALA 0.312. 876 10 67 BEYPAZARI 0.312. 763 10 04 ÇAMLIDERE 0.312. 753 11 81 ÇUBUK 0.312. 838 31 01 ELMADAĞ 0.312. 863 10 03 EVREN 0.312. 893 52 56 GÜDÜL 0.312. 728 14 88 HAYMANA 0.312. 658 10 09 KALECİK
0.312. 857 15 38 KAZAN 0.312. 814 14 48 KIZILCIHAMAM 0.312. 736 11 02 NALLIHAN 0.312. 785 10 43 POLATLI 0.312. 623 10 66 Ş.KOÇHİSAR 0.312. 687 17 71
İSTANBUL'DA FAALİYET GÖSTERENTÜKETİCİ SORUNLARI HAKEM HEYETLERİ LİSTESİ
İSTANBUL 0.212. 514 10 92 ADALAR 0.216. 382 60 17 AVCILAR 0.212. 509 56 38 BAĞCILAR 0.212. 610 71 00 BAHÇELİEVLER 0.212. 441 96 96 BAKIRKÖY 0.212. 571 63 02 BAYRAMPAŞA 0.212. 544 74 05 BEŞİKTAŞ 0.212. 261 00 29 BEYKOZ 0.216. 331 04 17 BEYOĞLU 0.212. 293 33 04 B.ÇEKMECE 0.212. 883 97 47 ÇATALCA 0.212. 789 10 20 EMİNÖNÜ 0.212. 513 35 36 ESENLER 0.212. 647 38 10 EYÜP 0.212. 581 12 79 FATİH 0.212. 631 39 63 G.OSMANPAŞA 0.212. 564 06 93 GÜNGÖREN 0.212. 506 63 64 KADIKÖY 0.216. 414 37 90 KAĞITHANE 0.212. 294 07 54 KARTAL 0.216. 353 40 27 K.ÇEKMECE 0.212. 580 00 58 MALTEPE 0.216. 417 55 90 PENDİK 0.216. 375 31 48 SARIYER 0.212. 242 02 55 SİLİVRİ 0.212. 727 10 05 SULTANBEYLİ 0.216. 398 87 06 ŞİLE 0.216. 711 21 12 ŞİŞLİ
0.212. 233 62 50 TUZLA 0.216. 395 78 23 ÜSKÜDAR 0.216. 310 54 66 ÜMRANİYE 0.216. 328 42 36 ZEYTİNBURNU 0.212. 510 50 77
BURSA'DA FAALİYET GÖSTEREN TÜKETİCİ SORUNLARI HAKEM HEYETLERİ
BURSA 0.224. 253 40 64 NİLÜFER 0.224. 245 13 32 OSMANGAZİ 0.224. 222 65 74
Keywords: tuketici, hakem, hakem heyeti, hakem heyetleri, hakem heyetleri telefonları, iletişim noları, tuketici sorunları, mal geri iade, urun iadesi, tuketici sorunları, sorun, heyetler, heyet numaraları
Yazar: Manitu Zamanı: 08:03 0 yorumlama
İlgili Başlıklar: duyarlılık, kültür, mevzuat, problem, türkiye, yardım
25 Haziran 2007 Pazartesi
Nesin Vakfi Cocuklari Buyuyor
Böylesi vakıfların sayısı artmadan Türkiye'de toplumsal kalkınma zor gerçekleşecek anlaşılan. Fakirin, yoksulun destekçisi olan vakıflar, okuyaman çocuklara, gençlere destek olan dernekler derken Türkiye'de büyük bir açık kapatılıyor farkında olmadan. Devlet her zaman yetişemiyor heryere. Özellikle devlette önemli yerlerde görev alan tecrübesiz, ilgisiz ve bilgisiz yöneticiler yüzünden toplumsan adımlar atılamamaktadır. Atatürk zamanında bu işlere çok özen göstermiştir. Atatürk toplumdaki ve devletteki her türlü gelişmeyi bizzat takip ederdi. Ne yazık ki Atatürk'ten bir tane vardı.
Nesin Vakfı Çocukları Büyüyor
Mynet Özel'in bu haftaki konuğu Nesin Vakfı yöneticisi Ali Nesin. Ali Nesin'le, baba Aziz Nesin'in kurduğu Nesin Vakfı'nı konuştuk. Kırk çocuğa hem barınma hem de eğitim imkânı veren Nesin Vakfı'nı bu hafta büyüteç altına aldık.
Öncelikle sizden Nesin Vakfı hakkında bilgi alabilir miyiz?
Ali Nesin: Vakıf 1972'de Aziz Nesin tarafından kuruldu. Vakıf Aziz Nesin'in kitaplarından alınan telif haklarıyla ayakta duruyordu. Aziz Nesin'in ölümüne kadar böyle oldu hatta ölümünden iki üç yıl sonra da bu böyle devam etti. Ama şimdi o telif hakları yetmiyor. Bunun iki nedeni var; birincisi, kitap satışları azaldı, ikincisi de harcamalarımız çoğaldı. Yani şimdi artık çok daha başka koşullarda yaşıyoruz. Koşullarımız düzeldi. 40 çocuğumuz ve 17 çalışanımız var. Binamız daha büyüdü.
Aslında kitap satışları azalmayabilirdi. TÜYAP'taki standlarda Aziz Nesin'in kitapları Yaşar Kemal ya da herhangi bir yazarın kitapları kadar satıyor. Tabii bir Ahmet Altan, Can Dündar ya da Orhan Pamuk kadar satmıyor. Ne yazık ki kitapçılar Aziz Nesin'in kitaplarını raflara kaldırıyorlar, ölmüş yazar diye. Halide Edip Adıvar'la aynı raflardalar örneğin. Kitaplar kitapçılarda okurun gözü önünde değil. Okurun gözü önünde olduğu zaman satıyor. Ama yine Vakfın gelirinin büyük bölümü Aziz Nesin'in kitaplarından karşılanıyor. Bunun yanında bağışlar ve gayrimenkul gelirlerimiz var. Aylık giderimiz 15 bin dolar civarında.
Vakıfta 40 çocuk bulunuyor. Bu çocuklara ne gibi eğitim imkânları sağlanıyor?
Ali Nesin: Her türlü... Seramik atölyesi, tiyatro salonu, spor salonu ve alanları, yüzme havuzu, kütüphane, resim atölyeleri, karanlık oda var. Müzik, piyano, şan dersleri, dershaneler, satranç, futbol, flüt, gitar... Yok yok. Çocuk istediği ve çalıştığı sürece elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Bir çocuk piyanoyla ilgilendi, şimdi dört piyanomuz var. Hemen hemen herkes piyano çalıyor, ama ikisi çok ciddi çalıyor. Biz çocuklardan hiçbir şeyi esirgemiyoruz. Eğitimin bir bedeli olduğunu biliyoruz, Milli Eğitim'in aksine... Ve biz bu bedeli ödemeye hazırız.
Çocukların vakıfa alınmasında herhangi bir kriter var mı?
Ali Nesin: Çok belli bir kuralımız, kriterimiz yok. Çocuğun küçük olmasına dikkat ediyoruz. Okula başlamamış olması bizim tercihimiz. Görünürde sağlıklı olması bizim için yeterlidir. Özellikle görünürde ruhsal sorunun olmaması gerekir, çünkü başa çıkamayabiliriz. Ve bu çocuk kendi başına ayakta durabilecek duruma geldiği zaman kendiliğinden vakıftan ayrılıyor. Yani biz çocukları kendi çocuğumuz gibi algılıyoruz. Hiçbir çocuğu, bu okuyamıyor, bu başaramıyor diye ayırmıyoruz, atmıyoruz.
Çocuklarımızın kendilerine güvenleri var. Yüksek sesle kimseden çekinmeden konuşabiliyorlar, doğru ya da yanlış fikirlerini beyan edebiliyorlar. Yürüyüşüyle, tavrıyla, yaşam biçimiyle kendine güvenli çocuklarımız. Vakıfta hiçbir yerde olamayacak bir özgürlük var. Otokontrol var belki ama baskı kesinlikle yok. Örneğin çocukların giyimine, saçına, sakalına karışmayız.
Vakıf içinde 40 çocuk... Problemlerin yaşandığı da oluyor mu?
Ali Nesin: Yaşanmaz olur mu? Bizim mesleğimiz problem çözmek. Tabi ki problem olacak. Bir çocuğa bakmak problem çözmek demektir. Kırkına bakmak gerçekten çok zor. Ama biz problemlerden yakınmıyoruz. Bizim işimiz bu.
Vakfın kapasitesinin 40 çocuk olduğunu söylediniz. Şu anda yeni bir çocuk getirseler alamaz mısınız?
Ali Nesin: Kapasitemiz yok ama reddetmek o kadar zor ki. Gözümle gördüğüm zaman hayır diyemiyorum. Ama internetten, mektupla, telefonla böyle bir teklif geldiğinde geri çeviriyorum. Siz de görseniz siz de hayır diyemezsiniz... Ya evinize alacaksınız ya da sokağa bırakacaksınız. Bu noktada artık karar vermiyorsunuz. Alıyorsunuz çocuğu, bırakamazsınız.
Sizin bir süre önce vakıftaki öğrenciler için özel okul açma çabalarınız vardı. Bu çalışmalar ne aşamada?
Ali Nesin: Türkiye'de özel okullar kâr etmiyor. Kâr etmediği gibi kendi kendilerine bile yetmiyorlar. Okulların arkasında ya bir dershane ya da bir fabrika oluyor. Bunlar, okulları finansal anlamda destekliyor. Tabi bu bizim için çok zor. Çatalca'da çok daha zor. Böyle bir projemiz vardı ama hiçbir destek gelmedi. Halktan çok az destek geldi, halk daha çok cami yapımına para veriyor. Okul projesini şimdilik askıya aldık. Şimdi onun yerine çiftlik yapıyoruz. Yedi ineğimiz var. 30-40 civarında koyun, yüzlerce tavuk, ördek, hindi, güvercin, tavşan... Çiftlik, üretime yönelik bir proje olacak. Yoğurdumuzu, kaymağımızı, reçelimizi, yağımızı, pastırmamızı, sucuğumuzu biz kendimiz yapıyoruz. Her şeyimizi kendimiz yapmaya çalışıyoruz. Sebzemizi kendimiz yetiştiriyoruz. Meyveler bahçeden... Hayvan sayımız çok çoğaldı. Arazimiz artık bize küçük geliyor. Yeni kurulacak çiftlikle Nesin Vakfı'nın yiyecek ihtiyacı sağlıklı ve ucuz bir şekilde temin edilecek. Çocukların sağlıklı yetişmelerini istiyorum.
Kâr edersek ne mutlu, ama ben Türkiye'de bu tür işlerde kâr edilmediğini biliyorum. Türkiye'de sadece paradan para kazanılıyor. Üretim, eğitim, kültür, sanat para getirmiyor. Bundan dolayı böyle bir rüyam yok. Öncelik çocuklara, sonra satış yapılacak. Türkiye'de en çok parayı gayrimenkul getiriyor. Ben de akıllı bir yönetici olduğum için gayrimenkule yatırım yaptım. Üçten başlamıştık şimdi 23 gayrimenkulumuz var, ev ve daire...
Babanızın ölümünden sonra mı 3'ten 23'e çıktı gayrimenkul sayısı?
Ali Nesin: Evet.
Çiftlik nerede olacak. Vakfa yakın bir yerde mi?
Ali Nesin: Evet vakfın 900 metre uzağında bir yerde olacak.
Vakıf bugüne kadar kaç çocuk yetiştirdi? Yetişen çocuklar şimdi nerelerde ve ne yapıyorlar?
Ali Nesin: Vakıf 72'de kuruldu ama 82'de faaliyete geçti. Babam başlangıçta dört çocuk aldı. Az çocukla başladı, sonra çocuk sayısı arttı. Şu anda maksimum seviyeye çıktık. Artık daha fazla almak istemiyoruz. Babamın planı 80 çocuk almaktı ama ben 40 çocukta kalmaktan yanayım. Çünkü hem o kadar paramız yok, hem de ne de olsa babamla aramızda bir kuşak farkı var. Her ne kadar ideallerimiz aynı olsa da, o ideallere ulaşmak için tercih ettiğimiz yollar ayrı. Babam olsaydı bir odaya dört çocuk koyardı. Ben her odaya bir çocuk koyuyorum. Çocukların kişisel alanlarının olmasını, o odayı özümsemelerini, odaya kendi kişiliklerini yansıtmalarını istiyorum. Yani çocukların özgür olmalarını istiyorum. Babam, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını, Kurtuluş Savaşı'nı yaşamış, başka bir kuşağın insanı. Başlangıçta koşullarımız bu kadar iyi olmadığı için, çocuklar gidiyordu, kaçıyorlardı. Annesi babası gelip alıyordu. 93'teki Sivas olaylarından sonra birçok anne baba, birçok hala, dayı çocuklarını aldılar. Korktular.
Ama artık çocuklar çok mutlular vakıfta. Onların mutluluğunu görmek bizim tek mükâfatımız.
Genel olarak bakıldığında eğitim nankördür. Ziraat gibi değildir. Bitkiye su verirsen, doğru koşulları sağlarsan büyüdüğünü görürsün. Eğitimde ise veriyorsun, veriyorsun, çok uzun süre sonra verdiklerini görüyorsun. Ayrıca sadece bir kişiyi eğitmiyorsunuz ki. Onun çocuklarını da, torunlarını da eğitiyorsunuz. Çünkü o da çocuklarını sizin verdiğiniz eğitime göre eğitiyor. Eğitmen olmak, çok idealist olmak ve kendinden sonrasını yaşamak demektir. Biz Nesin Vakfı'nda bunları yapıyoruz. Biliyoruz eğitimin ne kadar büyük bir emek ve bedel istediğini, ne büyük bir çaba gerektirdiğini. Ve verdiğimiz çabaların sonuçlarını göremeyeceğimizi biliyoruz.
Ama yine de çok çocuk yetişti. Kimi Türkiye'de, kimiyse dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşıyor, çalışıyorlar. Ve torunlarımız var. Babam ne yazık ki torunlarını göremedi. 15-20 mezunumuz var. Şimdi halen doktora yapanlar, master yapanlar var. Çok çok başarılı çocuklar var.
Vakıf için ileriki hedefleriniz neler?
Ali Nesin: Benim tarihsel görevim herhalde Nesin Vakfı'nı yaşatmak. Ama sadece ben yaşarken yaşatmak değil. Benden sonra da yaşamasını sağlamak. Kurumsallaşmasını sağlamak. Şunun farkına vardım ki, eğer sağlam bir gelir kaynağınız yoksa kurumsallaşmanız mümkün değil. O zaman her şey bir kişinin çabasına bakıyor. Şu anda vakıf sadece bana bakıyor. Benim çabama bakıyor. Ben çaba göstermezsem olmuyor. O yüzden ben vakfın kişilerden bağımsız var olmasını istiyorum. Bunun için de gayrimenkule yatırım yapıyorum. 1995 yılında babamın ölümünden sonra Türkiye'ye geldiğimde, vakfı nasıl yaşatabilirim diye, benden sonra gelebilecek kötü yöneticilerin vakfa zarar vermesini nasıl önleyebilirim diye çok düşündüm. Hırsız yönetici bankada birikmiş paranı alır kaçar, ya da banka batar, beceriksiz yönetici başarılı bir işi batırır, ya da kriz batırır. Gayrimenkul aklıma geldi. Gayrimenkulden zarar etmek zordur. Elinizdedir her zaman. Ve hiçbir yönetici gayrimenkulleri satamaz, ya da en fazla bir iki tanesini satabilir, Vakıf malı satmak kolay değil neyseki... Altmış gayrimenkul alsam yaşarken, Nesin Vakfı sanata, kültüre, bağışa muhtaç olmadan kendi başına ayakta durur. Eğer böyle bir emin gelir olursa, o zaman vakıf kurumsallaşır ve bir kişinin emeğine bakmaz. Benim yaşarken amaçladığım bu.
Peki bundan sonraki aşamada ne yapılması gerekiyor?
Ali Nesin: Bundan sonraki aşamada, yalnız yaşayan, Nesin Vakfı'na güvenen, Nesin Vakfı'nın eğitim ilkeleriyle çelişmeyen, bizimle aynı düşüncede olan kişiler eğer miraslarını Nesin Vakfı'na bırakırlarsa çok makbule geçer. Bu kişiler bilsinler ki o gayrımenkuller sayesinde yüzlerce çocuk mutlu olacak ve okuyacak.
Bağışlar için hesap numaraları
Ziraat Çatalca 130 48907 TL
Ziraat Çatalca 130 280425 CHF
Ziraat Çatalca 130 280452 Eur
Ziraat Çatalca 130 280385 USD
Web sitesi: www.nesinvakfi.org
Özlem Ulueren soylesi@mynet.com Mynet Haber
istanbul Buyuksehir Belediyesi Kadin Koordinasyon Merkezi
HANGİ YARDIMLAR YAPILIYOR GIDA YARDIMI
Merkezimize başvuruda bulunan mağdur ailelerin ilk safhada gıda ihtiyaçları karşılanmaktadır. Temel ihtiyaç maddelerinden oluşan gıda paketi, bir ailenin temel gereksinimini giderecek şekilde hazırlanmış olup yapılan tahkik kapsamında "I. Derece İhtiyaçlı" olarak nitelendirilen şiddetli mağduriyet yaşayan ailelere ulaştırılmaktadır.
SAĞLIK YARDIMI
Gezici ekiplerimizin yerinde tespit raporu sonucu sağlık yardımına ihtiyaç duyanlara muayene imkânı sağlanmakta, ilâç yardımı yapılmakta, bu kişilerin yeşil kart edinmelerine yardımcı olunmakta ve kendileri hastanelere yönlendirilmektedir. Ayrıca Büyükşehir Evde Bakım Ünitesi ve diğer ilgili birimlerle iş birliğine gidilmektedir. Kimsesiz hastalar ile Merkezimizin elemanları bire bir ilgilenmekte ve hastane işlemlerini takip etmektedirler.
GİYSİ, EŞYA VE MEFRUŞAT YARDIMI
Hayırsever vatandaşlarımızın ikinci el eşya ve giysi yardımları üç gün içerisinde adreslerinden teslim alınmaktadır. Merkezimiz bünyesinde mobilya, giysi, mefruşat ve geri dönüşüm atölyesi olmak üzere dört atölye bulunmaktadır.
NAKİT YARDIMI
Merkezimizce nakit yardımına ihtiyaç duyduğu tespit edilen kişiler, gerekli evraklarıyla önem sırasına göre Büyükşehir Belediyesi Yardım Sandığı'na gönderilmektedir.
EĞİTİM YARDIMI
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin okulların açılış dönemi olan Eylül ayında yılda bir kereye mahsus olarak verdiği eğitim yardımları ihtiyaçlılara ulaştırılmaktadır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadın Koordinasyon Merkezi - Vakıf
YARDIMI NASIL VERİYORUZ?
KKM'ye başvuranlara yardım verilip verilmeyeceği durumları yerinde incelendikten sonra kararlaştırılmaktadır. Bu bağlamda süreç şu şekilde işlemektedir:
İhtiyaçlı ailenin KKM'ye başvurusu, İhtiyaçlı ailenin araştırılması, Araştırma sonuçlarının değerlendirilmesi, Aileye karar verilen yardımının ulaştırılması, Ailelerin ihtiyaçlılık durumunun devam edip etmediğine karar vermek üzere durumun yeniden tahkik edilmesi.
İletişim Bilgilerimiz Adres : Piyale Paşa Bulvarı No:1 ( Top sahası yanı) Çağlayan İstanbul Tel : (0212) 444 00 93 Fax : (0212) 320 08 63
Site Adresi: http://www.ibbkkm.org/?shw=0
Yazar: Manitu Zamanı: 16:25 73 yorumlama
İlgili Başlıklar: duyarlılık, toplumsal, türkiye, vakıf, yardım
Toplum Nereye Gidiyor? - Unsal Toskay
Sosyalbilimci Ünsal Toskay'ın bloğumuzun varoluş amacı olan toplum hakkındaki görüşleri üzerine güzel bir ropörtajı var. Bunu paylaşmak istedim. Türk toplumunun dünü bugünü ve benzeri konularda güzel bir kitabı var Toskay'ın. Ve en güzeli ise bir tabir kullanmış Ünsal Bey bu röportajda..! "Herkes yolunu bulma derdinde!" demiş. Yolunu bulanlar bizim yazılarımızda sıkça şikayet ettiğimiz kişiliklerdir. Ve artık öyle bir yayılıyor ki bu anlayış; topluma mal edilebilecek duruma geldi.
Toplum nereye gidiyor?
Mynet Özel'in konuğu, Beykent Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Güzel Sanatlar Fakültesi İletişim ve Tasarım Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ünsal Oskay. "Peki Konuşalım" kitabı ile başlayan sohbetimiz, kültürel farklılaşmadan, toplumun bakış açılarındaki radikal değişime, yenilenen zengin ve fakir tanımlamasına, medyanın işlevi ile toplumsal hayattaki rolüne, "Türkiye'de sosyal patlama olur mu?" ve "Yolumu nasıl bulurum?" sorusuna kadar farklı başlıkları içinde barındırıyor:
"Peki Konuşalım" kitabının hazırlık süreci hakkında bilgi verir misiniz? Kitabın içeriğini belirleyen birçok konu var ve bunlar, popüler kültürle bağlantılı. Bu içerik nasıl belirlendi?Prof. Dr. Oskay: 1970'li yıllardan beri, Türkiye'de okur yazar birçok insan gibi yeni bir oluşumu fark etmeye başladık. Geleneksel toplum kültüründen zaten çıkıyorduk. Ama bu konuda yoğunlaşmayı, 1970'li yıllarda görüyorum. Bütün dünyanın 20-30 yıl gerisinden, bu değişimi izliyorduk. 70'li yıllarda dünyayı izlemeye ve yaşamaya başladık. Ben bir sosyal bilimciyim ve ben de bu değişimi izlemek zorunda kaldım. Bu kitapta, benim aşağı yukarı 30 yıldan beri uğraştığım bir konuda, Melis Çelebi ile yaptığım röportajlar yer alıyor.
Bir gazetede popüler kültür eki yapılması sözkonusu oldu. Amacımız; okuyucuyu fazla üzmeden, yormadan, düşünsel alanda ona birşeyler katmaktı. Böylece ben de Melis'le sohbetlere başladım. Bu sohbetler yaklaşık 1 yıl sürdü. Ama gazetenin kendi kriterlerine göre fazla başarılı bulunmadı ki; bitti.
Şemsa Yeğin, Türkiye'deki en seçkin mütercimlerden biri. Edebiyattan düşünce eserlerine kadar çok sayıda seçkin kitabın çevirisini yaptı. Ayrıca geçtiğimiz yıldan beri de Epsilon Yayınevi'nde yayınlar konusunda görevli. Kitap konusunda teklif de ondan geldi. Biz de bu öneriyi sevinçle karşıladık ve böylece kitap ortaya çıktı.
GÜLBEN ERGEN SKANDALININ GÖSTERDİKLERİ
İçerikte çok fazla konu var. Ama bu konuların her birinin ortak özelliği, Türk toplumundaki değişime de ışık tutmaları. Bayramlaşma kültüründeki farklılaşma gibi...Prof. Dr. Oskay: Buradaki en ilgi çekici örnek; Gülben Ergen hakkındaki yazım. Bu yazının sebebi Gülben Ergen'in kendisi değil, ortaya çıkan skandal. Hülya Avşar gibi ünlülerden sıradan insana kadar, dükkanda, çarşıda, pazarda dinlediğim şeylerin etkisiyle, toplumumuzun bu olayı yorumlama ve kabullenme biçimi bana ilginç geldi. Yoksa, benim Ergen'le ilgili olumlu veya olumsuz bir yorum yapmaya merakım yok.
Kitaptaki söyleşinizde de zaten buna vurgu yapıyorsunuz.
Prof. Dr. Oskay: Evet. O röportajın ödevi; toplumun küçük insanlar için ayıp saydığı bazı davranışların; hem para, hem de ün yönünden yeterli bir raddeye geldiğinizde, toplumun bu gibi şeyleri birden bire çok kolay bir şekilde hoşgörebilmesi. Bu durumda, insanların kabullenmesi çok kolay oluyor ve bu çok manidar bir durum. Çünkü toplumun hem paraya ve güce inanan bir toplum haline geldiğini, hem de toplumun giderek zalimleştiğini gösteriyor. Bu gibi durumlarda küçük insanlar arasında ayıplamadan tutun, namus cinayetlerine kadar uzanan şiddetli önlemler alınırken, belli bir para ve ün düzeyine geldiğiniz zaman; toplum aynı durumu hoşgörebiliyor. Benim dikkatimi de bu çekti. Yani toplumun değerlendirmesindeki değişimler.
KÖYDEN KENTE GÖÇ = BASKI VE YALNIZLIK
Bu değişimin sebebi ne olabilir sizce?
Köyden kente göç dalgası oldu, gelirler arasındaki uçurum derinleşti, ekonomik krizler yaşandı. Bu faktörlerin değişimde payı var mıdır?Prof. Dr. Oskay: Bireylerin davranışları tek başlarına, kendileri aldıkları kararlarla, değer yargılarıyla ilgili değildir. Bireylerin davranışları; ekmek parasını kazanması, işinde kalabilmesi, çocuğunun itibarlı bir evlilik yapabilmesi için toplumun hangi kesimleriyle ilişkiliyse veya ilişkili olacaksa, o kesimlerin davranışlarındaki değişimlere göre yön bulur.
Sonuçta birey tek başına sosyal dünyasından tecrit edilerek yaşamıyor, bir toplum içinde yaşıyor. Ve bu toplumun baskısı; bir yandan kente göç dediğimizde anonimleşen sosyal ilişkilerden ötürü görünmez hale gelirken, bir yandan da kentteki yaşam, köydeki yaşama oranla, herkesin kalabalıklar içinde ve aynı anda gözlerden uzakta yaşayabilmesi anlamına geliyor. Böyle bir 'negatif' özgürlükle birlikte, artık kente giren insanın, imece usulü yardımlaşabileceği bir komşusu kalmamıştır. Bahçesinden toplayacağı sebzesi yoktur.
Kente geldiği zaman, piyasa ekonomisi dediğimiz, kentteki hayatın totalitesinin işlediği en can alıcı alan ile tanışır. Bu nedenle kentte hem büyük bir negatif özgürlük var gibi gözüküyor, hem de korkunç bir baskı var.
Bu baskı; toplumsal hayatın değişik bir biçimde örgütlenmesi ile ortaya çıkan, ilk etapta gözle de görülmeyen sosyal bir baskıdır. Bu nedenle kızınızın da Gülben Ergen'in yolunu izleyip izlemeyeceğini 30 yıl önce kasabalı olarak düşünürken, şehre geldiğiniz vakit başka türlü düşünmeye eğilim gösterirsiniz. Daha doğrusu, kasabada yaşayan bir insan, çocuğunun Gülben Ergen'in geçtiği yaşamdan geçmesini istemezdi. Şimdi öyle görünüyor ki, eğer sonuç Gülben Ergen kadar başarılı olacaksa, sıradan insanların çoğu, çocuğunun da aynı serüvenden geçmesini, ama başarılı bir sonuca ulaşmak şartıyla, ister gibi görünüyor.
ZENGİNSENİZ, SİZE BAKIŞ AÇISI HEMEN DEĞİŞİR
Değişimin sebebi nedir?
Prof. Dr. Oskay: Bu 1870'lerde Avrupa'da oluşan modern toplumun, 1950'lerden sonra bizim hayatımızda hissedilir derecede payını artırmasından kaynaklanıyor. Artık iffet, namus, başarı gibi kavramlar, toplumun size vereceği nimetlerden alabileceğiniz payla ölçülüyor. Büyük pay alıyorsanız, kimse size "namussuz" falan demez. Ama az pay alıyorsanız, toplum bütün öfkesini sizden çıkartır. Kızınız için, sizin için kötü laf söylerler, kahvede rahat oturamazsınız. Ama büyük payı alıyorsanız, o zaman zaten mahalle kahvesinde oturmazsınız, kulüplerde oturursunuz. Kulüplerde de herkes birbirini bambaşka şekillerde yargıladığı için sorun yaşamazsınız. Bu da toplumun değişmesini gösteriyor.
Bu değişimde medyanın rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Oskay: Medya bu değişimi 'olumladığı' için etkili oldu. Medya bu değişimi kendisi yaratmadı. Kişiliğimizin nasıl oluşacağı, nasıl şekilleneceği konusunda medyanın çok etkin bir konumu var. Ama kişiliğimizin değişimesinde zaman bakımından ilk faktör; 'konunun medyadaki yeri', yani yayın politikası değişimi falan değil. Bu, hayatın özündeki değişmedir. Medya, hayatın bütünündeki bu değişmeyi yakaladığı anda, bunu olumlar. Bunu olumlayarak da, hem kendisi yaşamını sürdürür, hem de o olumladığı değişim sürecine katkıda bulunmaya başlar. Yani "Medya masumdur" demiyorum, ama medya, bilinçli olarak yola çıkıp da, "Dur ben insanları böyle yapayım, toplumu şöyle değiştireyim" demez. Sadece toplumsal hayatın kendi totalitesindeki değişmeleri destekler. Bu değişmeler ülke içindeki faktörlere, ülkenin dünya ile etkileşimindeki faktörlere bağlıdır.
Biz eğer bahsettiğim bu süreci gönlümüzün istediği kadar olumlayamasaydık, o zaman medyayı suçlardık. Sonuçta medyanın 'suçlanmaması' gerekmiyor. Ama varolanı da medya yaratmıyor. Medyanın günahı; yaratılan bu birikimin üstüne bir tuğla eklemeyi maharet sanması.
TÜRKİYE ARTIK VERİMSİZ BİR TARLA GİBİ
Medya neden böyle yapıyor?
Prof. Dr. Oskay: Medya bugün eğer sorumsuzsa, 27 Mayıs 1960 devriminden sonra toplumun iyi bir döneme girme ümidi varken, 1965'ten itibaren bu beklentilerin geride kalması, 1972-1973'ten itibaren 12 Mart'ın baskıları, 1980'lerde görünürde Kenan Evren ve arkadaşlarının yaptığı darbe yüzünden. Bütün bunlar, sosyal ve kültürel uyanışın biraz hızlı gittiğinden şikayet eden belirli çevrelerin baskısıyla heveslendirilmiş girişimlerdir. Bu girişimler, Türk toplumunun gelişmesini tıkadı. Sendikal hayatı sona erdirdi, üniversiteleri darmadağın etti, okur-yazarlara ceza verdi, toplumun değişmesini biraz yüksek sesle söyleyen genç insanlar asıldı.
Daha başak vermeden kökünden çiğnenen bir buğday tarlası düşünün. Bu tarla, bugün Türkiye. Hırsızlığı var, işsizliği var, umutsuzluğu var, herşeyi var... Bu tarladan artık bu çıkıyor. Bu yüzden bazı illerde bazı olaylar oluyor, bu olayların arkasında kimlerin olduğuna dair fikirler yürütülüyor. Bu durum bile toplumun ne kadar umutsuz, ne kadar bilinçsiz, ne kadar hırpalanmış olduğunu gösteriyor. Toplumun bu kadar kışkırtılmaya, bu kadar tahrike hazır olması bile kendi başına çok anlamlı. Ama bir tarafta bu durum varken, mesela bir tarafta da Gülben Ergen olayı var.
Yani magazin ön planda.
Prof. Dr. Oskay: Eğer para kazanma yönetiminiz fazla rafine değilse, o zaman aşkın biçimi de fazla rafine olmuyor. Herhangi bir insanı hırpalamak için konuşmuyorum. Adnan Menderes'in sevgilisi vardı. Ne kadar asil bir insan olduğunu hatırlayan hatırlar. Ama bugün bunlar çıkıyor. Neden? Çünkü bu haberleri izleyen insanlar, böyle sevgiden anlayacak adamlar. Hayatında iyi müzik dinlememiş, bir konsere gitmemiş, doğru dürüst kitap okumamış insanların egemen olduğu bir ekonomik düzen içinde, sanat da böyle oluyor, kültür de böyle oluyor, TV de böyle oluyor, medya da böyle oluyor.
Peki hiç mi eleştirmeyeceğiz?
Eleştireceğiz tabi. Medya, zamanında bunlardan fazla rahatsız olmadı. 'Magazin' dedi geçti. Ama şimdi medyanın tamamı magazin. "Bütçede açık şu kadar" derken bile; işin magazin tarafı ön plana çıkıyor. Daha da acısı; eskiden bu gibi haberlerin sayfası ayrıydı. Ama artık bu haberleri ekonomi sayfasında, siyaset sayfasında vermek, toplumun en önemli problemlerinin 'görülmemesini' sağlamayı da egemen tutan bir yayın politikası.
TÜRKİYE'DE SOSYAL PATLAMA OLMAZ
Medyanın bu anlayış değişikliğinde toplumsal yapıdaki değişim kadar, ekonomik ve politik baskının da payı var mı?
Prof. Dr. Oskay: Bunların hepsi içiçe. 27 Mayıs devrimi ve planlı kalkınma ile; Türkiye'nin haysiyetli bir yoldan daha çok kendi iç kaynaklarına dayanarak, belli bir zaman sonra İtalya'nın düzeyine erişmesi planlanıyordu. Ama iktisatçıların dediği gibi planlı ekonomi değil, alışveriş listesi tarzında bir ekonomi ön plandaydı, "Şu sektöre bu lazım, bu sektöre de şu gerek" deniliyordu. Ama bu işin maliyeti; yine en verimli yerlere yönlendirilemeyen yatırımlara patladı. Yani efkarından, işsizliğinden, çocuğunu okutamamaktan kendini sigaraya veren fakir fukaraya. Zaten tüm yük onlara biniyor.
Son 10 senede toplum; üretkenliğini artırarak zenginleşmek yerine, üretkenliğini artıramayan, ama kötü çalışma koşullarıyla iş yaparak birşeyler üreten, bunu öğreten insanlar ortaya çıkardı. Böylece Türkiye'de milyonlarca insan çarçur ediliyor.
Hiç anlamadığı halde adam zeytin toptancısıyken, banka kuruyor. Kurduğu banka da yetmiyormuş gibi, bir de Kıbrıs'ta banka açıyor. Rengarenk paraları aklayarak, hayali ihracatla ve vergi kaçırarak hayatını geçiriyor. Benim ödediğim vergiyi, orta büyüklükte bir ticaret erbabı ödemiyor. Kim ödüyor? İşsizler, memurlar ödüyor.
Bir kuruma birkaç eleman alınacağı vakit, başvuran binlerce insan, stadyumlarda imtihana giriyor. Bunları görebilmek için peygamber olmaya gerek yok. Kendi geleceğini düşünen insanın, ülkenin de genel olarak refahının artmasının gerekliliğini bilmesi lazım.
Zenginler şimdi içinde yaşayacakları siteler yapıyorlar, kale gibi duvarları, güvenlik elemanları falan. Bu toplumdan korktuklarına göre, topluma karşı bir suç olduklarını ve bunun da bilincinde olduklarını gösteriyorlar.
Türkiye'de büyüyen bir gelir uçurumu var ve işsizlik sorununa da çözüm bulunamıyor. Bu durum, bir sosyal patlamaya yol açabilir mi?
Prof. Dr. Oskay: Bizim tarihimize baktığımız vakit, patlama çatlama diye birşey yok. Bu tarz patlamaları; düzenli, bilinçli, örgütlü ve daha özgürlükçü bir toplum inşa etmek isteyenler yapar. Bizde ise; bu tarz plan program olmadan fevri, spontan bazı hareketler olur. Ama geçmişe baktığımızda bunlar da, mevcut durumu daha kötüye sürüklemiş. Köylü isyanları, Celali isyanları gibi...
Bugüne baktığımızda, böyle bir isyan olmaz. Bilinçlenmemiş, eğitim görmemiş halk homurdanır. Niye homurdanır? "Sıra ne zaman bana gelecek, ben ne zaman çalacağım, yedi sülalemi nasıl kurtaracağım?" diye homurdanır. Bu nedenle halkın homurdanması hiç de makbul birşey değil.
Homurdanma öncesinde de bir 'haset kültürü' vardır ve bu kültür, çok alçakça bir biçimde yaşanır. Seni soyup soğana çeviren hükümetleri, başbakanları, bakanları eleştirmeyi hiç düşünmezsin. Ama senin 10 tavuğun varsa, 15 tavuğu olan komşunun tavuklarını zehirlersin. Bu nedenle toplumda, daha iyi bir topluma yönelik bir model düşünecek, onu savunacak, ona erişmek için siyasal ve kültürel faaliyetlerde bulunacak bir yapının gelmesi çok zor.
HERKES YOLUNU BULMA DERDİNDE
İçinde yaşadığımız tüketim toplumu bizi nereye götürüyor?
Prof. Dr. Oskay: Bu seyir böyle sürer. Bir bakkal batar, yenisi çıkar. Ama bakkallar birleşip güçlerini artırmazlar. Ya da bin bakkalın 500'ünü kapsayacak daha farklı bir ekonomik yapılanma olmaz. Boy boy marketler olur. Bir de bakarsınız bütün Türkiye'de, bunun kaymağını yiyen birkaç aile vardır. Bakkal da, bakkal olarak veresiye hesapları ile başbaşadır. Bu nedenle herkesi memnun edecek bir toplumsal sistemin, 'farklı' bir toplumsal sistem olması gerekir. Bakkalın da, büyük holdinglerin de vergi kaçırmaması gerekir, haksız yere milletin sırtından himaye görmemesi gerekir. Kapitalist sistemin de kendi içinde dürüstlükle çalışacağı bir yasal çerçeve olması gerek.
Avrupa'da da bankaların hepsi hayırlı kurumlar değil. Zaten bankalar, büyük paraların acımasızlığını temsil eden kurumlardır. Ama bizdeki gibi, hiç bilgisi olmayan bir adam banka alıp, birkaç yıl içinde bir ilin en büyük zengini olmuyor. Türkiye'de bir koruma-kollama zinciri var. Bir bakıyorsunuz adam binbir çeşit yolsuzluk yapmış. Sonra birkaç sene sonra bir bakıyorsunuz, hakkındaki suçlamalardan beraat etmiş. Bu beraati sağlayan; toplumun kendi egemenlik yapısı ve bu yapı, neredeyse sadece kanunların dediği değil, halkın anlayışındaki bu olumsuz değişmeden ötürü halkın çoğunluğunun da tercihi. Ama bunlar, vicdanen ve hukuken beraat etmesi mümkün olmayan insanlar. Halk bunları olumlu buluyorsa, bunun anlamı, "Sıra bana ne zaman gelecek, bir banka da ben hortumlayamaz mıyım?" demektir.
Adam sümüklüböcek toplayıp, kaloriferlerden artan kömür cürufları ile bunları sınırdışına çıkartıyor. Sonra bunları bir çukura döküp, birkaç gün içinde Türkiye'ye geri dönüyor. "Ne yaptın sen?" diye sorulunca da, "Fransa'ya salyangoz sattım" diyor. Namuslu bir toplumda, bu tarz bir olay sonrası kıyamet kopması lazım. Ama çok fazla kıyamet kopmuyor. Çünkü herkes kendi sırasını bekliyor, "Ben ne zaman salyangoz satarım?" diye umut ediyor. Bu iş toplumsal açıdan da çok ayıp yerlere gidiyorn. "Kızım ne zaman şarkı türkü yarışmasını kazanır, bir dizide rol alır" düşünceleri ön plana geliyor.
Handan Aybars soylesi@mynet.com
Yazar: Manitu Zamanı: 16:11 0 yorumlama
İlgili Başlıklar: birey, duyarlılık, eğitim, neden, problem, psikoloji, sosyal, türkiye
22 Haziran 2007 Cuma
Savaşa Hayır!! No War!
The cranberries - Bosnia
Görüşümü belirtmek isterim,
hayat hiçte adil değil
biz kendi güvenli çevremizde yaşarken
dışarda bir sürü insan ölüyor
Bosna çok kötüydü,
Sarayevo Aklımı aldı(fikrimi değiştirdi)
Hepimiz Umutsuzca bağırdık(çığırdık),
ihtiyacımız olan sevgi burda değil
Hepimiz odalarımızda şarkılar söylüyorken Sarayevo başka bir mezar daha kazıyor
Sarayevo Sarayevo...
Bosna,çok kötüydü.
Eminim isteseydik bazı şeyler değişebilirdi
Çocuklar daha fazla korkmasın
Yataklarında bebekler var,
kafalarında da terör
Yaşam aşkı için sevin (yaşama isteği için sevin)
Azizler ne zaman yürüyüşe geçecek?
Hastalar Karışınca!!! Burası Türkiye :)
Aydın'da meydana gelen olay oldukça şaşırtıcı. Kötü olansa öldü haberinden sonra yaşıyor haberi.. Burası Türkiye! Bizim ülkemiz bir başkadır.
Ölü yakınları karıştırılınca...
Aydın Atatürk Devlet Hastanesinde yoğun bakım bölümünde tedavi gören ve öldüğünün bildirilmesi üzerine ailesi tarafından cenazesi toprağa verilen kişinin yaşadığı, cenazenin başka birine ait olduğu anlaşıldı.
Yakınlarının hayatta olduğunu öğrenen aile sevinç yaşarken, diğer aile savcılık izniyle mezarı açtırarak cenazeyi kendi köylerine götürdü.
Alınan bilgiye göre, Cengiz Şenyer ve akrabalarını arayan hastane görevlisi, bir süredir yoğun bakım bölümünde tedavi gören Hatice Şenyer’in öldüğünü bildirdi.
Bunun üzerine hastaneye giden aile, yakınlarına ait olduğunu sandıkları cenazeyi teslim aldıktan sonra Akçeşme köy mezarlığında toprağa verdiler.
Yaklaşık 3-4 saat sonra "öldü" diye getirilip toprağa verilen Hatice Şenyer’in Aydın Atatürk Devlet Hastanesi yoğun bakım bölümünde yattığını ve sağ olduğu ortaya çıktı.
Akçeşme köyünde cenazesi toprağa verilen kişinin, 15 gündür beyin kanamasından dolayı yoğun bakımda tedavi gören Aydın’ın Köşk ilçesine bağlı Yavuzköy nüfusuna kayıtlı Nuray Yakan (52) olduğu tespit edildi.
Başka bir aileye verilen cenazelerinin, Akçeşme köyünde defnedildiğini öğrenen Nuray Yakan’ın eşi ve oğlu köye gittiler. Cenazelerini almak isteyen, ancak savcılık izni olmadan mezarın açılamayacağını öğrenen acılı aile, gerekli izni aldıktan sonra tekrar köye giderek mezarı açtırdılar.
Cenazelerini alarak Yavuzköy’de toprağa vermek üzere hastaneden getirilen nakil ambulansa koyduran Nuray Yakan’ın eşi Vedat Yakan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hastanede büyük bir skandal yaşandığını söyledi.
İsim ve soy isimleri farklı olan, ayrı köylerde yaşayan iki hastanın karıştırılmasının affedilecek bir olay olmadığını belirten Yakan, "Yanlış yapanlar cezasını bulacak. Gereken yerlere adli mercilere suç duyurusunda bulunduk. Bundan sonra karar verecek olan adli mercilerdir.
Her şeyden önce böyle talihsiz eşi bulunmayan bir olay başımıza geldiği için çok üzgünüz" dedi.
ŞENYER AİLESİ HEM ÜZGÜN HEM ŞAŞKIN
Hatice Şenyer’in eşi Cengiz Şenyer, olaydan çok büyük üzüntü duyduğunu ifade ederek, şöyle konuştu:
"Eşimin durumunu sorduğunda "maalesef öldü"cevabını alınca yıkıldım.
Cenazeyi aldık köye getirdik. Bizde bir adet var. Yıkanarak kefenlendiği için ölünün yüzünü açmıyoruz. Benim eşim diye köylülerle birlikte toprağa verdik. Böyle bir olay ortaya çıkınca hepimiz şoke olduk. Benim zaten durumum iyi değil, köylüler bize katkıda bulunuyor. Bu kez cenaze masrafları çıktı ve ödemiş olduk. Diğer tarafa da üzülüyorum. Çünkü onlarda yıprandılar. Her iki tarafa da acı veren bir olay yaşandı." Hatice Şenyer’in annesi Fatma Bozkurt, ablası Nuray, kızı Elvan sevinç ve hüznü bir arada yaşadıklarını belirttiler.
Bu arada Atatürk Devlet Hastanesi Başhekimi İlkan Çalaşyer, olayın son derece talihsiz olduğunu belirtti.
Çalaşyer, olayda ihmali bulunan doktor, nöbetçi hemşire ve memuru hakkında idari soruşturma başlatıklarını kaydetti.
21 Haziran 2007 Perşembe
Özlediğimiz Apartman Hayatı!!
İlginç ve ne anlattığı direk anlaşılmayan bir başlık oldu. Mahalle ortamından yetişmiş çoğu insan gibi ben de hayata gözlerimi mahalle ortamında açtım. Ama asıl anlatmak istediğim doğumum değil :)
Mahallelerde herşey göz önündedir. "Kim kimle?", "Kim ne demiş?", "Kim ölmüş, kim kalmış?", "Kimin kızı kime kaçmış?" gibi sorular üzerine düşünsel gruplara mahalle aralarından sıkça rastlanır. Hedefe ulaşmak için cevabı bulunması gereken sorulardır bunlar. Bulunmaması facia ile sonuçlanabilir...!
İnsanların işi gücü yoktur bu tarz mahallelerde.. Birbirine yardımcı olan, kol kanat geren komşular yerine birbirinin evinde olup bitenleri diğerleri ile paylaşan, dedikodu için an kollayan komşular vardır.
Biz de anı çok diyip başlıyorum yine anlatmaya :)
Sırf komşularımın dedikoducu tavırları ve her zaman mahallede dönen laflar bildiğim için mahalleye geldiğim zaman evden pek çıkmam. Bazen elimde poşetle gelirim eve. bir komşum ile karşılaşırsam eğer olanı, olacağı aynen şöyle aktarayım;
Komşum daha yüzüme bakmadan elimdeki poşete bakar! Selam vermeden poşeti inceler, marketten ne almış diye.. Bu zihniyeti barındıran yüzlerce kafa var bizim mahallemizde. Markete gidersin, dönerken bakarsın ki en üst kattaki komşu gözleri kısmış kartal bakışlarıyla poşette ne olduğunu görmeye çalılşıyor. İnsanlar bu kadar meraklı olmak zorunda mı? Poşete bakacak ve senin maddi gerçeklerini anlamaya çalışacak.....
Bu nedenle ben büyük apartman yaşantılarını özledim. Kimsenin kimseyi tanımadığı, kimsenin poşetini ya da hayatını delmeye çalışmadığı ortamlar istiyorum. "Ayşe ne yapmış?", "Mustafa kimi öpmüş?", "Leyla Satı'nın saçını başını yolmuş!", "Sacit, Neşe'yi bilmem nerde mıncıklamışmışmış!!!!". Duymak istemiyorum! Gerekirse residenslerde barınmak istiyorum!!!!
Büyük apartman hayatının meyvelerini öğrenciliğimde yemiştim. Çapkınlık, hovardalık yoktu bizde zaten. Arkadaşlarımızın gelip gitmesi anlamında hiçbir sorunumuz olmuyordu. Sinsi bakışlar yoktu en azından...
Ülkemin tüm dedikoducu kadınlarına, insanlarına selam olsun :)))
Ailenin Aşağılayıcı Tutumu İntihara Sürüklüyor
Anne-babasına, ilgi çekmek için intihar edeceğini söyleyen, ilgi çekmeye çalışırken ya hayatından olan ya da ciddi sağlık sorunlarına maruz kalan birçok genç var. Gençler yaptıklarının nelere yol açacağını tam olarak düşünseler böyle bir davranışa kalkışmazlar.
Fakat genellikle bir anlık öfkeyle hareket ettiklerinden geri dönülmez bir yola giriyorlar. Gençleri bu tür davranışlara iten nedenler arasında sevgi ve ilgi eksikliği ile anne-babanın aşağılayıcı davranışları başta geliyor.
Bir anne-baba, çocuğunu bir yandan canı gibi severken bir yandan da nasıl aşağılayıp hakaret edebilir?.. Gerçek şu ki tutumların çoğu çocuk yaşta edinilmiş olup çoğu otomatik davranışlar olarak ortaya çıkar.
Bazı anne-babalar çocuğunun hoşlanmadığı davranışı karşısında bağırıp çağırıp hakaret ederken o anda onun ruh dünyasında nasıl derin yaralar açtığını düşünemezler. Çünkü öfkelerine yenik düşmüşlerdir. Öfke kişinin mantıklı ve doğru hareket etmesini engeller . Bu da duygu ve tepki eğitimi ile ilgilidir. Bu şekildeki davranışlara maruz kalan çocuk da benzer şekilde davranışlar sergilemeye, öfkesine hakim olmamaya başlar. Hatta anne-babasının ilgisini çekmek için kasten yanlış davranışlar yaptıklarını yetişkin olduktan sonra hatırlayan birçok genç vardır.
Gencin ilgi çekmek için yanlışlar yapması aile üyelerinin kısırdöngü içine girmesine yol açar. Tabii ki aynı ailede kardeşler farklı davranabilir. Kardeşlerden birisi anne-babasını kızdırmamak için kendisini aşırı zorlarken diğeri tutumları modelleyerek kontrolsüz davranabilir. Bu da aynı anne-babanın çocuklarına farklı davranmasına yol açar.
Stresli aile ortamı, aile üyelerinin birbirine düşmanca, reddedici şekilde davranması hem ruh sağlıklarını hem de beden sağlıklarını bozduğundan sorunlar katlanarak büyür. Bunun sonucunda intihar eğilimi de görülür. İntiharın en önemli nedenleri arasında depresyon gibi ruhsal hastalıklar ve sevgi, ilgi eksikliği gelir. Her ne kadar dinî inançlar intihara eğilimi azaltsa da ruh sağlığının bozulmasının mantıklı düşünmeyi engellediği durumlar da vardır.
Bir yetişkinden daha olgun davranabilen gençler de var. Bu gençler anne-babalarının davranışlarının hatalı olduğunu görmekle beraber bundan dolayı onlara aşırı öfke duyup reddetmiyor, onları tekrar tekrar kızdıracak davranışlardan kaçınıyor ve intihar gibi çözüm değil, çözümsüzlüğe götüren yanlışları da yapmamış oluyorlar.
Aile ne yapmalı?
Anne-baba tutumlarını gözden geçirmeli.
Beden sağlığına ve dinlenmeye önem vermeli.
Yaptığı hatalı davranıştan sonra çocuğuyla konuşup mutlaka kendi yaptığı kısmından özür dilemeli.
İntiharla ilgili sözler ciddiye alınmalı.
Tıbbî ve psikolojik destek ihmal edilmemeli.
*Uzman Psikolog Farika Teymur Artır* Zaman
Sırada Bekleyen Çok; Ama Evlatlık Çocuk Yok!
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) Genel Müdürü İsmail Barış, iki bin ailenin sırada beklemesine rağmen evlatlık verecek çocuk olmadığını söyledi.
Barış, bunun yerine çocuk sahibi olmak isteyenleri, koruyucu aile olmaları yönünde teşvik ettiklerini bildirdi. Koruyucu aile olmak için çocukların ailesinden izin alınmasına gerek olmadığını ifade eden Barış, "Üstelik koruyucu ailelere para bile veriyoruz." dedi. Batı'da yaygın olarak kullanılan koruyucu ailelerin sayısının artması için 6 Temmuz'da, açılışını Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'nun yapacağı bir kampanya başlatılacak.
Televizyon ekranlarına yansıyan şiddet olayları ile kamuoyunun dikkatini çeken yetiştirme yurtları, karanlık günlerini geride bırakıyor. Yurt ve yuvalardaki şiddet uygulamalarının tüm dönemlerin en düşük seviyesinde olduğunu belirten İsmail Barış, alınan önlemlerin sonuçlarını vermeye başladığını söyledi.
Yurtlardaki şiddet olaylarının azalmasında alınan önlemlerin yanı sıra koğuş tipinden vazgeçilerek, çocuk ve sevgi evleri projelerinin geliştirilmesinin yanında personele yönelik eğitimlerin de etkili olduğunu anlatan İsmail Barış şunları söyledi: "Şu an 20 bin personelimiz var. Eskiden bir bakıcı anne 12-13 saat çalışır ve 25-30 çocuğa bakardı. Şimdi bir bakıcı anne 8 saat çalışıyor ve 8 çocuğa bakıyor. Bakıcı annelerimizin yüzde 90'ı kız meslek liselerinin çocuk gelişimi bölümlerinden mezun. Bunlarla birlikte ciddi manada iyileşme ve rehabilitasyon söz konusu oldu."
Evlat edinme şartlarının aile ve çocuk açısından birtakım zorlukları bulunduğunu ve ailelerin kimsesi olmayan çocukları evlat edinmek istediklerini söyleyen Barış, bu özelliklerde çocuklarının ise olmadığını ifade etti. Şu anda 2 bin civarında aile, evlatlık edinmek için sıra bekliyor. Kenan Baş, Mesut Mercan, Antalya
19 Haziran 2007, Salı
Derin Devlet ve Zararları Üzerine
Türkiye'de dengeler çok değişti. Koyu milliyetçilik ağır basmaya başladı. Bu sağduyunun kaybetmesi anlamına geliyor. Patlayan bombalar, şehit cenazeleri derken Doğu Sorunu alevleniyor.
Bütün bunların yanında ise derin devlet ilişkileri gündeme geldi yeniden. Şemdinli Olayları ve şimdi de Ümraniye vakası. İşler çok karışık, birileri bu vatanın altını oymaya çalışıyor. Recep Tayyip Erdoğan'a bu konuda katılmamak elde değil. Önce içerideki hainler görülmeli. Bittiler mi ki sınır ötesi harekat yapılsın..! İçeride tahrikte bulunanlar yüzünden bu ülke çok zarar gördü-görüyor. Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bombalar, Danıştay Saldırısı, Şemdinli Bomba Olayı ve bildiğimiz - bilmediğimiz daha neler neler....
Bugün Hasan Cemal'in köşesini okurken onun alıntı yaptığı ve dikkat çekmek istediği Zaman Gazetesi köşe yazarı Leyla İpekçi'nin bu konuda yazmış olduğu yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ağzına ve kalemine sağlık Leyla Hanım.. Kim vatana hizmet adı altında zarar veriyorsa bilinmeli, teşir edilmeli. Ne zaman tam anlamıyla şeffaf olduk, o zaman huzur dolu bir ülke olduk demektir. Bu hasret bizim!
Türkiye'de kıyamet kopmalıydı...
Ümraniye'deki bir gecekonduda ele geçirilen gizli cephaneliğin Dink,
Pamuk, Mağden ve Şafak gibi yazarların davalarında çeşitli eylemler düzenleyen
emekli bir astsubaya ait olduğu ortaya çıktı ve kıyamet kopmadı.
Cumhuriyet mitinglerinde Türk bayrağı sallayarak, halkının bir kısmını
düşman ilan edenler arasında bulunan Kuvayı Milliye Derneği'nin kurucularından
olan bu kişi, Danıştay saldırısında adı geçen emekli yüzbaşının arkadaşı çıktı
ve yine olay olmadı.
Ele geçirilen bombaların Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan bombalarla benzer
özellik taşıdığının ortaya çıkması da 'makul çoğunluk' tarafından bir vakıa
olarak ele alınmadı. Atabeyler çetesi, Sauna çetesi deşifre edildi, gizli
iktidarını sürdürenler açısından bir şey olmadı. Veli Küçük'ün adı hemen her
şaibenin arkasından yankılandı, Dink soruşturması kapsamında ele alındı, yine
bir şey olmadı. Olayların iç yüzü, rejimi koruyan kitlelerin ilgi alanına dahil
değildi.
Şemdinli'de kitapçıya bomba atanın bir asker olduğu, halk
tarafından kıskıvrak yakaladığında anlaşıldı ve yine kıyamet kopmadı. Davayı
araştıran savcının meslekten ihraç edilmesi çoktan unutuldu. Tıpkı Susurluk
skandalında uç veren derin devletin bir postmodern darbenin arkasına gizlenerek
iyice unutturulmuş olması gibi.
Cumhurbaşkanı adayının seçilmesi -bugüne dek sanki hep aynı tür bir
uzlaşmayla seçilmiş gibi- eski adaylardan daha fazla oy almasına rağmen bir
muhtırayla ve Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla engellendi. Ortaya çıkan
belirsizliğin tüm aktörleri sorgulanamadı. Seçimlere doğru artan terörü gerekçe
gösterip K.Irak'a girmemizi savunan resmî görevlilerin ABD'deki bir düşünce
kuruluşunun toplantısında ortaya çıkması her fırsatta Batı karşıtlığı yapanların
manşetine giremedi.
Ankara'da ve Manisa'daki şehit cenazelerine katılan hükümet üyelerine
saldırıp siyasi sloganlar atanların üye olduğu kurumlar arasında mitingleri
düzenleyen Atatürkçü Düşünce Derneği, İzmir Ülkü Ocakları, CHP İzmir Gençlik
Kolları olduğu tespit edildi. 'Cenaze tahrikçileri'nin şehir şehir gezdiği
belirlendi, protestocular arasında bazı kamu görevlilerinin ve devlet
memurlarının olduğu kaydedildi. Şehit kanlarının iç siyasete alet edilmesi hiç
dehşete düşürmedi K.Irak'ta belirsiz bir savaşa girmek için haykıranları.
Buldukları her yüksek tepeye bayrak dikmekte yarışanlar İzmir
Limanı'nın yabancı sermayeye satılmasını emperyalizmle savaş gerekçesi olarak
görüp gündemi işgal ederlerken asıl işgalin yanı başımızda sürdüğünü,
Ortadoğu'nun salt K.Irak'tan ibaret olmadığını görmediler.
Ahmet Kaya
tişörtü giydikleri için linç girişiminden son anda kurtulanları duyunca yer
yerinden oynamadığı gibi, bu linç kültürünü meşru hale getirircesine, halkı
'kitlesel refleks'e çağıran bir e-bildiri daha yayınlandı. E-bildirileri kaleme
alanların kullandığı 'bozuk Türkçe' güçlü ve tam bağımsız Türkiye isteyenleri
pek endişelendirmedi.
Bugün kitapçıların best seller raflarında Erdoğan çiftini ve Abdullah
Gül'ü Davut yıldızı içine alanlar karşısında zımni bir suskunluk oluştu. Her
vesileyle "Yahudi düşmanlığı yapılıyor" diye ayağa kalkanlar şimdi bu antisemit
uygulama karşısında ortalıkta görünmedikleri gibi, mitinglerde yabancı
azınlıklara karşı atılan sloganları da sorgulamadılar. Türklük yemini ederek
Türk kanı dışında bir başka kan taşıyanlara karşı silahlı örgüt kuranlar ile
miting düzenleyen dernekler arasındaki bağ pek sorgulanmadı.
Mitinglerini düzenleyen akademisyenlerden birinin intihal vakası
yüzünden üniversiteden uzaklaştırılmış olması, bir diğerinin kurduğu kanalın
sermayesinin tartışmalı oluşu, kapatılan Nokta dergisinin belgelediği gibi
çeşitli STK'ların TSK güdümlü olması şeriat korkusu nedeniyle meydanlara akın
edenlerin gündeminde bomba etkisi yaratmadı. Bu kitleler askerin siyasete
karışmasını çeşitli korkuları canlı tutulduğu sürece onaylamaya devam etti.
Bu ilgisizlik, duyarsızlık ve vicdansızlık yüzünden meşrulaşmıyor mu
zaten bu vesayet düzeni?
19 Haziran 2007, Salı - LEYLA İPEKÇİ
20 Haziran 2007 Çarşamba
Kan Uyuşmazlığı Ne Demektir? Tehlikesi Nedir?
Son derece duyarlı olunması gereken bir konu. Günümüzde hala örnekleri var
ülkemizde. Kötü olan ise cehalet ile özdeşleştirdiğimiz akraba evlilikleri
şehirli ailelerde dahi görülmektedir. İyi bir bilinçlendirme hareketi ile bu
konuda ancak yol alınabilinir.
Kan uyuşmazlığı, anne ve babanın kan gruplarından yola çıkarak oluşacak olan bebek kan grubunun anne kanıyla uyumsuzluk göstermesi olasılığına verilen addır. Eğer bebeğin kan grubu elemanları anne kanı tarafından yabancı nesne olarak işlem görürse annenin kanındaki savunma mekanizmaları bebeğin kan grubu elemanlarına saldırıda bulunur. Bunun sonucunda bebeğin kanındaki hücreler parçalanmaya başlar ve çeşitli problemler ortaya çıkabilir. Kan uyuşmazlığı çok çeşitli olabilmesine karşın en sık rastlanılan babanın Rh faktörünün pozitif olması ve annenin Rh faktörünün negatif olmasıdır. Bu durumda çiftler arasında bir uyuşmazlık vardır.
Kan uyuşmazlığı olması mutlaka bebeğin hastalanacağı anlamına gelmez. Bebeğin kan uyuşmazlığından etkilenip etkilenmeyeceği öncelikle bebeğin kan grubunu daha sonra da annenin bebeğin bu "yabancı" olarak algıladığı kan hücrelerine saldırıp saldırmamasına bağlıdır. İlk gebeliklerde kan uyuşmazlığı nadiren problem yaratır. Sonraki gebeliklerde de gerekli önlemler alındığında kan uyuşmazlığının problem yaratması beklenmez.
Kan uyuşmazlığı durumunda ne olabilir?
Op. Dr. Burçak Erzik: Anne Rh (-), bebek Rh (+) ise fetustan anneye geçebilecek çok az miktarlarda kan bile (0.1 ml ) annenin kanına karışırsa annenin bağışıklık sistemi Rh proteinlerine karşı antikor denilen koruyucu maddeler oluşturur. Bu şekilde kendi kan dolaşımındaki Rh proteinlerini temizler. Ancak bu antikorlar bebek eşi olan plasenta ve kordon aracılığı ile Rh (+) fetusun kan dolaşımına girdiğinde kırmızı kan hücrelerini yok etme özelliğine sahiptir. Bu şekilde anne ve fetusta Rh duyarlılığı gelişmiş olur. Geçen antikor miktarı ile doğru orantılı olarak, bebeğin anne karnında, kansızlığa bağlı kalp yetmezliğine ve buna bağlı ölümüne kadar giden bir hastalık tablosu görülebilir.
Ne yapmak gerekir?
Op. Dr. Burçak Erzik: Annenin bağışıklık sistemi bir kez uyarıldıktan sonra geri dönülmez bir şekilde bu yabancı kırmızı kan hücrelerine karşı antikor ürettiğinden bu uyarının hiç oluşmaması en önemli korunma prensibidir. Bu uyarılma işlemi ilk doğumda %1 oranında mümkündür. Ancak her uyarı doğumla olmak zorunda değildir.Yanlış kan nakli, kan ile bulaşmış cerrahi aletler ile girişim veya enjeksiyonlara bağlı olarak da kan uyuşmazlığı gelişebilir.
Bu yüzden Rh (-) olan her anne, gebeliğin hemen başında anti-Rh antikorlar açısından indirekt coombs adındaki basit bir testle araştırılır.
Bir hekim olarak nelere dikkat ediyorsunuz?
Op. Dr. Burçak Erzik: Bu tür bir problemle karşılaşmamanın temel kuralı korunmadır.
-Çiftin öncelikle gebelik öncesinde kan grupları tespit edilmelidir.
-Eğer Rh uyuşmazlığı varsa indirekt coombs testi 4 hafta aralıklarla tekrarlanmalıdır.
-İlk gebelikte 28.haftada erken korunma iğnesi (300 mikrogram Rh hiper immün globulin)yapılabilir.
-Doğumdan sonra bebeğin kan grubu Rh pozitif ise; sonraki bebekleri korumak için antikor üretimini engelleyecek Rh hiperimmunglobin enjeksiyonu doğumu takip eden 72 saat içinde yaptırılır. Hiperimmune globulin enjeksiyonuna rağmen hastaların % 0,4’ünde duyarlılık gelişebilir.
-Eğer anne adayı duyarlı hale gelmişse bebek risk altındadır.Duyarlılığı ortadan kaldırmak mümkün değildir. Gebelik ilerledikçe kandaki antikor düzeyleri düzenli olarak kontrol edilir. Eğer yüksek düzeylere çıkarsa, özel testlerle bebeğin sağlığı mutlaka bir perinatoloji kliniğinde takip edilmeli ve uygun tedavi yapılmalıdır. Rh duyarlılığı gerçekleştikten sonraki gebelikler de genellikle etkilenen gebelikten daha erken başlayan ve daha ağır seyreden bir tablo oluşur.
-Düşük sözkonusu ise gebelik 3 aydan büyükse immunglobulin uygulaması tam doz yapılmalıdır. İlk 3 ay içinde ise düşük doz, 50 mikrogram hiperimmünglobulin (koruyucu iğne) yapılması uygun olur.
-Tıbbi nedenlerle veya isteğe bağlı kürtaj sözkonusu ise Rh hiperimmunglobulin müdahaleden önce uygulanmalıdır.
19 Haziran 2007 Salı
Dostluk, Kardeşlik ve Barış..!
Ülkemiz her zamanki gibi gerilimli günler geçirmekte. Artan terör olayları, seçim sürecinin çoktan başlamış ve sonlara yaklaşılmış olması, senaryo söylentileri, maddi zorluklara gömülen halk ve bunun gibi sorunlar sonucu ortam fazlasıyla gerildi.
İnsanlar birbirlerine güvenmiyorlar. Birbirlerinin kuyusunu kazmak için uğraşanlar var. Tüm bu şartlarda tüm ümidimiz barış, kardeşlik ve dostluk olacak yine. Herkes içindeki insanı dinleseydi herşey ne güzel olurdu. Oysa ki günlük hayat bizleri kirletiyor. Kötü insanlar iyi insanların arasında eriyip yok olmalı normalde. Ama bizde durum çok farklı..! Bizde iyi insanlar zamanla eriyorlar ve çevrelerine uyum sağlıyorlar. Nasıl ki yeni atanan bir öğretmen diğerlerinin arasında idealistliğini yitiriyorsa iyi insan da iyi olmayanlar içinde değerlerini yitiriyor.
Bizde anı çok; bir anıyla devam ediyorum :)
Geçtiğimiz hafta sonu bir arkadaşıma davetliydim. Mangalı yakmış, sofraya rakıyı koymuştu ben gitmeden. Onunla aramızda siyasi farklar yoktu. Ama sonradan gelen arkadaşlar ile beraber masada bir mozaik oluşturduk adeta. Bir AKP'li, bir MHP'li ve diğer bir kaç partili bir araya geldik. Aramızda din ile ilgilenmeyen de vardı, dindar olan da vardı.
Her şey çok güzeldi; rakı, mezeler, mangal.... Ama en güzeli bu insanların ortak bir dil kullanabilmeleri ve bir araya gelebilmeleriydi. Herkes fikrini söyledi. Herkes birbirinini dinledi. Bazı şeyler kabul görmese de bazı taraflardan en azından saygı duyuldu.
Demokrasi insanlığın gereğidir. Onur, özgürlük, sevgi, saygıdır.
Masada bunu gerçekleştirmek güzeldi. Gece bittiğinde herkes aynı fikirdeydi. Gün güzel geçmişti. Masadaki bir çok kişi yeni dostlar kazandığı için mutluydu.
Bizler yıllardır bu coğrafyada bir arada yaşayan insanlarız. Herkesin herkeste hakkı vardır. Bu nedenle birbirimizi bırakın öldürmeyi, kırmak yerine tam tersi bir bağlılık içine girmeliyiz.
Dostluk, barış, sevgi, saygı, kardeşlik özlenilmiş duygular bizler için.
Gel! Ne olursan ol! Gel.....!
14 Haziran 2007 Perşembe
Türkiye'nin Doğu Sorunu ve Biraz Sağduyu
Bugünlerde ölen askerlerimiz ve Kuzey Irak yığınağı ile beraber tansiyon iyiden iyiye artıyor. İnsanımız bu gelişmelere göre hareket ediyor ve farkında olmadan doğu sorununu körüklüyor.
Her zaman için sağduyulu olmak zorundayız. Yaşanılanlar hoş değil belki ama bu olayların suçu masum doğu ve güneydoğu halkının olamaz. Geçmişte yapılan hataların bugünlere yansıması bu şekilde oluyor. Eğer zamanında bu bölge ülkemizin bir parçası olduğu gerçeğine dayanılarak yeterince yatırım alsaydı bugün ki durum çok farklı olacaktı.
Büyük şehirlere baktığınızda doğu ya da güneydoğu kökenli bir çok vatandaş olduğunu göreceksiniz. Bu kişiler içinde mutlaka olumsuz düşünce ve harekette bulunanlar var ama büyük çoğunluğu işinde gücünde insanlar. Bu insanlar üç kuruş kazanan asgari ücretle geçinen çoğunluk nüfusun bir parçası olarak ekmek peşinde yaşıyorlar. Bir kısmı ise okumuş ve önemli önemsiz memurluklarda çalışıyorlar. Duruma bakınca büyük şehirlerde gelişmeye kapalı olan doğu illerindeki olayları görmüyoruz. Bu olaylar daha çok kırsalda meydana geliyor.
Doğu ve güneydoğu illeri yeterince yatırım almış olsaydı, eğitim, sağlık (aile planlamaları dahil), eğlence, güvenlik ihtiyaçları karşılansaydı bugün bu gördüğümüz manzaradan farklı şeyler görürdük.
Gidenler bilir, gitmeyenler bilmez. Bu kadar basit..! Ben askerlik yıllarından biliyorum o bölgeyi. İnsanlar ezik bir ruh haline sahipler. Siz yeter ki bir şey isteyin. Başları üzerinde yeriniz var. Asker olun, olmayın fark etmez. Bazı semtlerde belki tepki var ama genelde bizlere hep iyi davrandılar. İki gram azığını ve tütününü paylaşırlar sizinle. Kendine "cigara" sarar sanırsınız.. İlk sardığı sizedir. İkincisini ya da ondan sonrakileri kendisi içecektir.
İnsanlar iki kuruş para kazansa, alışveriş merkezleri olsa, sineması, tiyatrosu ile diğer ihtiyaçları karşılansa bu insanın dağlarda ne işi var. İnsanlar yokluk içindeler. Bu nedenle ölmek ya da ölmemeyi pek umursamıyorlar demek ki..
Onları kazanmak bizim başlıca görevimiz. Arada yanlışlar yapanlar var. Onlar da zaman içinde eriyecektir kardeş halklar arasında. Atatürk bile bu insanları kazanmış ve milli mücadele zamanı yanına almıştır. Biz nasıl aksini yapabiliriz ki. Mustafa Kemal Atatürk milliyetçiliği her şeyin üstündedir. Mevcut milliyetçiliğin çok çok üzerinden seyreder, can yakmaz, yakanı da hoş görmez.
Türkiye'de çok canlar yandı. Artık yanmasın. Dostluk, kardeşlik, barış olsun. Çok mu zor..? Ülkemizdeki bütün insanlar kardeştir. Bu ülkenin insanıdır. Hala can yakan konuşmalar duyuyoruz ekranlarda.
Bu satırları okuyan kişi olarak lütfen Türkiye'de Sağduyunun Hakim Olmasına Katkıda Bulununuz! Oyunlara gelmemek lazım. Bizim insanımız kardeştir. Cumhuriyet ve Türkiye Cumhuriyeti kolay kurulmadı. Her yerden şehitimiz var bu ülkede. Onların anısına saygı için hepsi gibi aynı cephede savaşmak için sağduyulu davranalım.
İnsanları ayırmayalım. Sağduyulu olalım.
Can Dündar'ın güzel bir yazısı var. Bu günlere has olsa da bazı noktalara göre Can Dündar'ın düşüncelerini görebiliyoruz.
Çocuk mu kandırıyorlar?
Hani birbirinin arkasından demediğini bırakmayıp kameralar önünde karşılaşınca "Çok severiz birbirimizi" diye yalancıktan kucaklaşan paparazzi kahramanları var ya...
Güvenlik zirvesinden çıkan "Uyum içindeyiz" açıklaması onu andırıyor.
Hükümet ile Genelkurmay'ın arası böyle bal şekerdi de, niye birbirleri aleyhine bunca açıklama yaptılar?
Neden bu kadar kritik bir dönemde, şu efsanevi "devlet ciddiyeti"ne yaraşır şekilde, baştan bu zirveyi toplamak ve uyum görüntüsü vermek yerine "Hükümet talimat versin", "Yok asker istesin" diye çekiştiler?
iye Genelkurmay Başkanı K. Irak'a askeri müdahale gerektiğini söylerken Başbakan, hem de tam zirve öncesi "Dışarıyı boş verin, içeriye bakın" demecini verdi?
Sorunun bir boyutunun da dışarıda olduğunu, dolayısıyla işin "içinin dışına karıştığını" bilmiyor muyuz?
Sınır ötesi operasyonun kolay olmadığını anlayınca hükümetin "Eh içeri bakalım madem" diye dümen çevirdiğini görmüyor muyuz?
Çocuk mu kandırıyorlar?
* * *
Sivillerden refleks talep eden devletin şu son dönemki savunma refleksine ilişkin söylenebilecek tek kelime var:
Fiyasko!
Anafartalar saldırısından sonra yetkililerin açıklamalarından kurumlar arasındaki uyumsuzluğa, kamuoyu önündeki laf yarıştırmalardan halkı sokağa çağıran gece yarısı açıklamasına, o açıklamanın yanlış adamlarca yanlış anlaşılıp düzeltilmesine ve nihayet artık tamamen inandırıcılığını yitiren davul zurnalı "Gireriz ha" dayılanmalarına kadar tam bir çaresizlik, dağınıklık görüntüsü...Bundan sonrası için tek beklentimiz şu:,
Uyum içindeyseniz lütfen susun... birbirinizi dünya huzurunda suçlamaktan vazgeçin ve bu işle nasıl baş edeceğinize karar verin!
* * *
Lakin biliyoruz ki Türkiye'nin bu sorunla baş edecek uzun vadeli, tutarlı, istikrarlı bir politikası yok.O politikasızlığın bedelini başta şehitler ve aileleri olmak üzere hepimiz ödüyoruz.
Önce Diyarbakır'a gidip Kürt sorununu dillendiren, sonra bunu unutup silahlı çözüme meyleden, giderek işi tamamen askere havale eden, asker "Siyasi irade lazım" deyince de "İstesinler, gerekeni verelim" diye yelkenleri indiren bir Başbakan'dan mı çözüm bekliyoruz?
Teröre karşı düzenli orduyla savaşılamayacağını, "terör"e indirgediğimiz bu karmaşık sorunun sadece güvenlik önlemleriyle çözülemeyeceğini artık görmüyor muyuz?
* * *
Ankara böyle ilmek ilmek çözülürken, sorun giderek katmerleşiyor. PKK, Kuzey Irak sığınağının ve dış desteğin de yardımıyla daha az risk alıp daha fazla zayiat verdiriyor. Türkiye'yi Irak cehennemine çekmenin, orada karşısına çocukları sürüp dünya gözünde "işgalci katil" durumuna düşürmenin hesabını yapıyor.
En çok baskı dönemlerinde gelişebildiği ve dağa adam devşirebildiği için, askeri tahrik ediyor. Türkiye ise, müttefik bildiği herkesi "düşmanın destekçisi" ilan ediyor; onların insafa gelmesini bekliyor; dövüldükçe köşeye kıstırılmış boksör gibi boşluğa yumruk sallıyor; içerde birbirine düşerek öfke saçıyor. Yeniden olağanüstü hale dönmenin hesaplarını yapıyor. Polisin yetkilerini artırıyor.PKK'nın da istediği bu...Çünkü bölünme ihtimali, asıl o zaman artıyor.
* * *
Gündelik tepkilere değil, 1, 10, 20 yıllık akılcı politikalara, askeri mücadeleden çok sivil müdahaleye ve en önemlisi bölge halkını kazanmaya ihtiyacımız var.Bunca hatadan sonra halkın gönlünü fethetmek, Kandil Dağı'nı fethetmekten daha zor olabilir, ama "içerdeki sorun"un çözümü oradadır.
can.dundar[at]e-kolay.net
Yazar: Manitu Zamanı: 18:02 2 yorumlama
İlgili Başlıklar: Can Dündar, cinayet, duyarlılık, eğitim, insan, kültür, neden, psikoloji, sosyal, terör, türkiye
Otobuste - Metroda - Vapurda - Tunelde ve Hatta Ucakta Türk İnsanı
Bu yazımızda insanımızın içinde bulunduğu "kaçıyor" psikolojisini inceleyeceğiz. İnsanımız kaçıyorcasına koşturuyor sürekli. Metroda, vapurda, otobüslerde, trende, uçakta karşılaştıklarımız bize günümüz Türk toplumunun sürekli bir şeyleri kaçırmak modunda yaşadığını gösteriyor.
OTOBÜSLER - İETT
Durağa yanaşan otobüse neden bir çok kişi hücum eder. Neden durakta bir sıra yoktur ve neden zar zor oluşturulan sıraya girilmez. Neden siz otobüse binerken arkadan birilerinin otobüs sanki kaçacakmış gibi sizi ileri doğru itip durması... Ve neden binen her insanın arkaya doğru ilerlemek yerine orta yerde dikilip durması. Her zaman aynı teranelerin yaşanması. Neden yaşlı veya oturmaya ihtiyacı olan kişilere yer verilmez. İnsanlar küçük çocuklarını yanlarındaki boş koltuğa yerleştiriyorlar. Bir yaşlı ayakta kaldığında ise umurlarında bile olmuyor. Bunu yapan özellikle değerli bayanalarımızdır. Babalardan bu tarz harekette bulunanı görmedim henüz. Babalar genelde ihtiyaç sahiplerine kendileri yer veriyorlar. Problem daha yok mu ? Tabi var.. İETT var, toplumumuzdan kişiler var..! Daha olmaz mı...! Bunlar sadece ilk akla gelenler.
VAPUR
Vapur daha yanaşmadan neden inmek için hamle yaparız. Neden iskelenin kapıları açılmadan önce birbirimizin önüne geçmek için stratejiler üretiriz. Neden kapılar açıldığında en iyi yerlere oturmak için "kaçıyor" psikolojisine gireriz. Neden! Neden! Neden!
METRO
Daha metroya inerken başlar koşuşturma ve "akıllı" geçinmek. Bazı akıllılar metrodan çıkanlara ayrılan merdivenleri kullanarak kendilerini fazladan bir kaç adım atmaktan kurtarırlar. Diğer daha da çok "akıllı" olanlar ise engelli ve yaşlı asansörüne saldırırlar. Özellikle bu kişiler söz konusu olunca sinirlerime hakim olamıyorum. Bu nasıl bir görmemişliktir. Diğer taraftan metro yanaşırken perona insanlar hemen kendilerini içeri atacak bir kapı tutturmak için durdu zannedip kapıların peşinden koşarlar..! İki üç tane kapı mesafesini koşarak kovalayanları hatırlıyorum. Bu da yetmez; metro durur ve sakin sakin binmek için ilerlersiniz. Bir bakarsınız ki yandan birisi önünüze doğru atlıyor. Çarpmamak için yol verirsiniz. Bu konuda da fazlasıyla sinirliyim maalesef.
VE UÇAK..
Toplumumuz bir teknolojik imkanı daha kendine benzetmek üzere. Eğer eğitim sistemimiz yanıt vermezse uçaklar da eskiden köylerimize gitmek için kullandığımız eski otobüs ortamlarına dönecek. Uçağa binerken bir koşuşturma zaten var. Ama binişte önce binmek, eşyaları yerleştirmek ve inişte de önce inmek, eşyalarını hemen almak tam bir sıkıntı yaratıyor. İnsanlar daha uçak durmadan eşyalarına yöneliyorlar. Telefonlarını kapatmayı unutanlar, çocuğunun yaptığı gürültüden başkalarının da kendileri gibi rahatsız olmadığını düşünenler var. En son yaptığım yolculukta hemen yanımda ve hemen arkamda oturmakta olan iki küçük çocuk bana dünyayı dar ettiler. Ve aileleri bu konuda herhangi bir adım atmadılar. Yola çıkmadan başladılar mesailerine ve yol bittiğinde serviste bile kurtulamadım şamatalarından. Çocuklar çok tatlıdır. Ama toplu taşıma araçlarındayken maruz kalırsanız yolunuzun uzadığını hissedersiniz.
YORUM
Bütün bu gözlemlere ulaşmamda yaptığım iş ve diğer gezilerim etkili olmuştur. Benim kadar başka kimler rahatsız oluyor bilemem ama sanırım bu sayı biraz yetersiz. İnsanlar günlük koşuşturma içinde kendilerini bile dinleyemedikten sonra çevrelerine mi dikkat edecekler. İnsamızı bazen eleştiriyorum ama onun içinde bulunduğu şartların zorluğunu da iyi biliyorum. Her bakan göremez belki ama görmek için de bakmak gereklidir. En azından baktığımızda insanlarımızın yaşam şartlarının çok yetersiz olduğunu görüyoruz. Eğer refah düzeyi yükselirse o zaman olgunlaşma da toplumda yerini alacaktır.
Sağlıkta Yeni Dönem Başlıyor
Sağlıkta yeni dönem yarın başlıyor...
Sağlıkta yeni bir dönemi başlatacak Sağlık Uygulama Tebliği yarın yürürlüğe girecek.
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından hazırlanan tebliğ ile Anayasa Mahkemesi tarafından kısmen iptal edilen Sosyal Güvenlik Reformu'nun, yasal düzenlemeye gerek olmayan kimi hususları hayata geçirilecek.
Tebliğ ile yarından itibaren yürürlüğe girecek düzenlemelerden bazıları ve bu konulardaki mevcut uygulamalar şöyle:
-SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı kapsamında sağlık işlemleri yürütülen kişiler için uygulama birlikteliği sağlanacak.
-Sigortalılar, üniversite hastaneleri dahil, sözleşmeli tüm sağlık tesislerine doğrudan müracaat edebilecekler.
Mevcut uygulamada, Emekli Sandığı mensupları üniversite hastanelerine doğrudan müracaat edebiliyor, SSK'lılar devlet hastanelerinden sevk alarak gidebiliyor. Bağ-Kur'lular ise üniversite hastanelerindeki tedavi giderlerini öncelikle kendileri karşılayıp daha sonra Bağ-Kur'dan talep edebiliyor. Ödemede çıkan fark ücreti hasta tarafından karşılanıyor.
-Kurum sağlık yardımlarından yararlandırılan kişiler, acil hallerde sözleşmesi olmayan sağlık kurum ve kuruluşlarından aldıkları hizmetlerin bedeli kurumca ödenecek.
-SSK'lılar sağlık tesislerine daha önce kendilerinden istenen belgelerden biri ile gidebilecek.
SSK'lıların, mevcut uygulamada, sağlık tesislerine işverence düzenlenmiş vizite kağıdı, sağlık karnesi ve resmi kimlik belgesinin üçü ile birlikte müracaat etmeleri gerekiyor.
HASTAYA İLAÇ TEMİN ETTİRİLMEYECEK
-Tebliğin yürürlük tarihinden itibaren 120 gün sonra, yatarak tedavilerde ilaçlar hastane tarafından temin edilecek. İlke olarak, hastalara ilaç temin ettirilmeyecek.
Hastane eczanesinde bulunmayan ilaçlar şu anda reçete karşılığı sözleşmeli eczanelerden hasta veya yakınları tarafından temin ediliyor.
-Yine tebliğin yürürlük tarihinden itibaren 120 gün sonra, yatarak tedavilerde tıbbi malzemeler hastane tarafından temin edilecek. Hastaya zorunlu olarak temin ettirilen malzemelerin bedelleri fatura tutarı esas alınarak hastaya ödenecek.
Mevcut uygulamada, hastanede bulunmayan tıbbi malzemeler hasta veya yakınları tarafından sağlanıyor. Hasta veya yakınları tarafından temin edilen tıbbi malzemelerin ödenmesinde fark ücreti çıkması halinde bu hasta tarafından karşılanıyor.
RAPORLU İLAÇ TEMİNİ KOLAYLAŞIYOR
-Tansiyon, şeker gibi uzun süre ilaç kullanılmasını gerektiren hastalıklarda, rapor ve reçete sadece bir kez düzenlenerek, her seferinde reçete yazdırmadan 2 yıl boyunca hastalar doğrudan eczaneye giderek üçer aylık miktarlarda ilaçlarını alabilecek.
Uygulamayla raporlu ilaçların reçetesiz temini kolaylaştırılacak. Sağlık tesislerindeki gereksiz hasta yoğunluğunun azaltılması, kronik hastalıklarda sadece reçete yazılması için sağlık tesislerine ödenmesi gereken başvuru başına ücretlerde tasarruf yapılması amaçlanıyor.
Şu andaki uygulamada, hastalar raporda belirtildiği halde ilaçlarını 3 ayda bir sağlık tesisine giderek reçete yazdırmak sureti ile eczanelerden alabiliyor.
AMBULANS BEDELLERİ
-Sigortalı herkesin şehir içi ve şehirler arası ambulans bedelleri ödenecek.
Mevcut uygulamada, Bağ-Kur'da ambulans bedelleri ödenmiyor, Emekli Sandığında şehir içi ve şehir dışı ambulans bedelleri ödeniyor, SSK'da belediye/büyükşehir belediyesi mücavir alan dışına ambulans ile gönderilme ücreti ödeniyor.
-SSK ve Bağ-Kur kapsamında bulunan hastaların muayene katılım payı gelir ve aylık alanların gelir ve aylıklarından, diğer kişilerden ise eczanelerden tahsil edilecek.
Uygulamada, SSK kapsamında olanlar eczanelerde kendileri ödeme yapıyor.
Bağ-Kur kapsamında olanlar ise sağlık tesislerinde sıraya girerek muayene katılım payı ücretini ödüyor.
-İlaç katılım payı SSK kapsamında bulunan hastalardan da gelir ve aylık alanların gelir ve aylıklarından, diğer kişilerden ise eczanelerden tahsil edilecek.
Söz konusu bedeller halen SSK kapsamında olanlar için eczanelerden tahsil ediliyor.
SÜNNET BEDELLERİ
-Koruyucu sağlık hizmeti amacıyla yapılan yeni düzenleme ile sözleşmeli sağlık tesislerinde yapılan sünnet giderleri sağlık kurulu raporuna gerek olmaksızın ödenecek.
Mevcut uygulamada, bedelleri sağlık kurulu raporu ile tıbbi gerekliliği belgelenmesi halinde ödeniyordu.
ÖZÜRLÜLER
-Sigortalı özürlüler, diş tedavileri için tüm sağlık tesislerine doğrudan müracaat edebilecek.
Halen özürlülerin diş tedavileri için resmi sağlık tesislerine müracaat zorunluluğu bulunuyor. Serbest diş tabipliklerine veya özel sağlık tesislerine müracaat için resmi sağlık tesisinden sevk gerekiyordu.
-Motorlu malul arabası kullanılması gerekli görülen kapsamdaki kişilere motorlu malul arabası bedeli ödenebilecek.
Uygulamada, SSK'da sadece aktif sigortalılar bu olanaktan yararlanabiliyor. Bağ-Kur ve Emekli Sandığında ise bu yönde bir ödeme yapılmıyor.
HASTA TRANSFERİNİ SAĞLIK KURUMU YAPACAK
-Sözleşmeli sağlık kurum ve kuruluşları, sigortalıları, sadece tetkik veya tahlil için başka bir sağlık kurum veya kuruluşuna sevk edemeyecek.
Kurum ile halen tetkik veya tahlil sözleşmeleri bulunan merkezlerin sözleşmeleri, tebliğ yürürlük tarihinden 120 gün sonra feshedilecek.
Sözleşmeli sağlık kurum ve kuruluşları, bünyelerinde yapılamayan tetkik ve tahlilleri hizmet alımı yoluyla başka sağlık kurum veya kuruluşlarından sağlayabilecek.
Kurum ile sözleşmeli sağlık kurum ve kuruluşları, laboratuvar hizmeti almaları durumunda, hastayı hastane dışına numune almak için gönderemeyecek, alınan numunenin transferi ya da sonucunu hasta veya yakını aracılığıyla isteyemeyecek.
Radyoloji hizmetinin alınması durumunda sağlık kurumu bünyesinde bulunmayan görüntüleme hizmeti için hasta transferi sağlık kurumu tarafından yapılacak.
-Müracaat edilen sözleşmeli resmi sağlık kurum veya kuruluşunca kron ve protez tedavisine 90 gün, dolgu tedavisine 30 gün, diğer diş tedavilerine de 45 gün içinde başlanamayacağının belirtilmesi ve kapsamda yer alan kişilerce talep edilmesi halinde diş hekimliklerine, kurumla sözleşmesi olmayan resmi sağlık kurum veya kuruluşlarına, özel sağlık kurumu veya kuruluşlarına sevkleri yapılabilecek.
Kurumla sözleşmeli resmi kurum ve kuruluş bünyesinde diş hekimi bulunmayan ilçelerde, serbest diş hekimi bulunması halinde resmi sağlık kurumu başhekimi tarafından serbest diş hekimliklerine veya özel sağlık kurum veya kuruluşlarına sevk alınabilecek.
ÖZEL VE ÜNİVERSİTE HASTANELERİNE PROTOKOL
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), tüm sigortalılara hizmet sunmak amacıyla özel ve üniversite hastanelerine yönelik olarak sözleşme ve protokol hazırladı.
Alınan bilgiye göre, SGK, "Sosyal Güvenlik Kurumu Özel Sağlık Kurumundan/Kuruluşundan Sağlık Hizmeti Alma Sözleşmesi" ve "Sosyal Güvenlik Kurumu/Üniversiteler Sağlık Hizmetleri Protokolü" başlıklı iki çalışma yaptı.
"Sosyal Güvenlik Kurumu Özel Sağlık Kurumundan/Kuruluşundan Sağlık Hizmeti Alma Sözleşmesi", özel kurum ve kuruluşların, sağlık yardımlarına ilişkin işlemleri devredilen SSK, BAĞ-KUR ve Emekli Sandığı tarafından yürütülen kişilere, 56 maddelik "Branş Listesi" uyarınca, ruhsatında ve faaliyet izin belgesinde bulunan tüm branşlarda vermeyi taahhüt ettiği hizmetin usul ve esaslarını düzenliyor.
Bu kuruluşlar, muayene amacıyla doğrudan başvurulması halinde, müracaat belgeleri ve MEDULA (elektronik kayıt sistemi) sisteminden takip numarası alarak işlem yapacak. Tedavi amacıyla bir başka resmi veya özel sağlık kurum veya kuruluşundan sevk ya da rapor ile başvurulması halinde, müracaat belgeleri, sevk veya rapor belgesindeki hasta takip numarası ile MEDULA sistemini kullanarak işlem yapılacak.
Sözleşmeyi imzalayan sağlık kurum/kuruluşları, müracaatını kabul ettiği hastaların gerekli tetkik ve tedavilerinin müracaat tarihi itibariyle yapacak, ileri tarihler için randevu vermeyecek. Zorunlu durumlarda randevu süresi 10 günü geçmeyecek. Aksi takdirde söz konusu kurum/kuruluşa 10 bin YTL para cezası uygulanacak.
Sözleşmeyi kabul eden sağlık kurumu/kuruluşunun, doğrudan veya sevk ya da rapor ile gelen hastaları kabul etmek zorunluluğu bulunuyor. Kabul edilmeyen hastaya kabul edilmeme gerekçesi sağlık kurumunun/kuruluşunun yetkilisinin imzasıyla yazılı olarak bildirilecek. Hastanın yazılı olarak kuruma müracaatı halinde sağlık kurumu/kuruluşunca belirtilen gerekçe kurum tarafından uygun bulunmazsa 10 bin YTL para cezası verilecek.
İLAVE ÜCRET TALEBİ
Verilecek sağlık hizmetleri için SGK tarafından ödenecek ücret dışında ilave ücretin talep edilmesi ve hastanın veya hasta yakınının bu talebi kabul etmemesi nedeniyle sağlık kurumunca/kuruluşunca müracaatın kabul edilmemesi cezai şart uygulamasını gerektirmeyecek. Dernek, vakıf ve benzeri kuruluşlar için istenecek bağışlar ilave ücret olarak kabul edilmeyecek.
Sağlık kurumu/kuruluşu, muayene, tetkik ve tedavi amacıyla yapılacak her işlem öncesinde hasta veya hasta yakınının yazılı onayını alarak SGK tarafından ödenecek ücret dışında ilave ücret ödenmesi talebinde bulunabilecek. İşlemlerden önce yazılı onay alınmadan, işlemler sonrasında herhangi bir gerekçe ileri sürerek ilave ücret talebinde bulunulması halinde 30 bin YTL cezaya çarptırılacak.
Sağlık kurumu/kuruluşu tarafından talep edilebilecek ilave ücretler için alınacak yazılı onayda, bu ilave ücretin kurumdan talep edilemeyeceğinin taahhüt edildiğine dair ibare bulunacak.
İlave ücret alınabileceğini belirten yazı, sağlık kurumuna/kuruluşuna girildiğinde görülebilecek bir yere uygun büyüklükte çerçeve/tabela şeklinde asılacak, aksi takdirde 10 bin YTL para cezası uygulanacak.
PERSONEL ZORUNLULUĞU
Sağlık kurumu/kuruluşu, hastalara hizmet verebilmek için ruhsatında ve faaliyet izin belgesinde yer alan branşlarda 65 yaşını doldurmamış en az 1 tam zamanlı uzman hekim bulunduracak.
Tıp merkezleri için ruhsata esas zorunlu 4 ana branştan en fazla 2 branşta yarı zamanlı uzman hekim çalışabilecek, ruhsatında ve faaliyet izin belgesinde bulunan diğer branşlarda tam zamanlı uzman hekim bulunmaması halinde tıp merkeziyle sözleşme imzalanmayacak.
Sözleşmenin uygulanmasından kaynaklanan ve sağlık kurumuna/kuruluşuna yapılan yersiz ödemeler, ödeme tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle sağlık kurumunun/kuruluşunun tahakkuk etmiş alacağından mahsup edilecek. Tahakkuk etmiş alacağı veya yeterli alacağı bulunmayan sağlık kurumları/kuruluşları için bu konudaki genel hükümler uygulanacak.
BAŞKA KURUMDAN TEDAVİ HİZMETİ KARŞILANAMAYACAK
Sağlık kurumu/kuruluşu, sözleşme kapsamında hastalara sunmayı taahhüt ettiği tedavi hizmetlerinin tamamını veya bir kısmını bir başka sağlık kurumundan/kuruluşundan karşılayarak, kuruma fatura edemeyecek. Aksi halde fatura bedeli ödenmeyecek, 10 bin YTL para cezası verilecek.
Sağlık Kurumu/Kuruluşu Sağlık Uygulama Tebliği'nde yer alan tetkik ve tahlillerden bir veya daha fazlasını gerçekleştiremediği hallerde, bu durumu kuruma bildirecek. Bu hizmetleri başka bir sağlık kurumundan/kuruluşundan hizmet alımı yöntemiyle temin etmek için başvurması ve hizmet alım sözleşmesinin uygun olması halinde hizmet alabilecek.
Hasta gönderilmesine yönelik olarak her ne şekilde olursa olsun, kurumlar, hekimler, diğer sağlık kurum ve kuruluşları ve üçüncü şahıslarla açık veya gizli işbirliği, ilgili mevzuata aykırı yersiz talep oluşturacak reklam ve tanıtım yapılmayacak, simsar ve benzeri yönlendirici personel bulunmayacak.
MUAYENE SINIRI
Ayaktan tedavi başvurularında, sağlık kurumu/kuruluşu için günlük muayene sınırı, ilgili branştaki tam zamanlı her bir uzman hekim için en fazla 50 muayene olacak. Bu sayıya aynı branştaki yarı zamanlı hekimlerin yapacağı muayeneler de dahil olacak. Bu sınır aşıldıktan sonra kabul edilen hastalar için sağlık kurumuna/kuruluşuna hiçbir ödeme yapılmayacak.
Tıp merkezleri için ruhsata esas zorunlu 4 ana branştan en fazla 2 branşta çalışan yarı zamanlı uzman hekimler için her bir branşta günlük muayene sınırı toplam 25 muayene olacak.
Tam zamanlı her bir fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzman hekimin yapacağı uygulama en fazla 25 hasta, tam zamanlı her bir fizyoterapist için en fazla 20 hasta ile sınırlı olacak. Tam zamanlı fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzman hekiminin aynı zamanda poliklinik muayenesi yapması durumunda, günlük yapabileceği 50 muayene sayısına yapacakları fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamaları da dahil edilecek.
Sağlık kurumu/kuruluşu, acil serviste en az 1 tam zamanlı uzman/pratisyen hekim istihdam edecek.
ELEKTRONİK FATURA
Sağlık kurumları/kuruluşları hastalara verdikleri hizmetlere ilişkin faturaları, hem kendi sistemleri üzerinden basılı olarak hem de MEDULA sistemi üzerinden elektronik olarak SGK taşra teşkilatına teslim edecek.
İstisnai haller hariç olmak üzere MEDULA sistemi üzerinden elektronik olarak faturalanmayan işlemler için ödeme yapılmayacak.
CEZALAR
Sözleşmede yer alan diğer bazı cezai düzenlemeler de şöyle:
-Sunulmayan sağlık hizmetinin fatura edilmesi veya kurum tarafından sağlık yardımları karşılanmayan kişilere sunulan sağlık hizmetinin, kurum tarafından sağlık yardımları karşılanan kişiler üzerinden fatura edilmesi halinde 10 bin YTL'den az olmamak üzere bu hizmetin 5 katı tutarında, -Sağlık Bakanlığınca yasaklanan ilaç ve tıbbi malzemelerin verilmesi/kullanılması veya bozuk, zamanı geçmiş ilaç, kan ve kan bileşenleri, malzemeler verilmesi/kullanılması durumunda 50 bin YTL, -Temini zorunlu ilaç, tıbbi malzeme ve kan bileşenlerinin temin edilmeyerek hastalara aldırdığının tespit edilmesi halinde 10 bin YTL'den az olmamak üzere, hastaya ödenen fatura bedelinin 5 katı tutarında, -Sağlık kurumu/kuruluşunun, kuruluş ve faaliyetiyle ilgili tabi olduğu mevzuat hükümlerine uymadığının tespit edilmesi halinde 10 bin YTL para cezası uygulanacak.
SÖZLEŞMENİN FESHİ
SGK'nın özel sağlık kurum ve kuruluşları ile yapacağı sözleşme, ceza gerektiren aynı fiilin veya farklı fiillerin, son 1 yıl içinde üçüncü kez gerçekleşmesi, personel bildirimi kapsamındaki kimi hükümlerin ihlal edilmesi, Sağlık Bakanlığınca yasaklanan ilaç ve tıbbi malzemelerin kullanılması, bozuk, zamanı geçmiş ilaç, kan ve kan bileşeni, tıbbi malzemelerin verilmesi, kullanıldırılması ve sağlık kurumuna/kuruluşuna ait ruhsatın Sağlık Bakanlığınca iptal edilmesi durumunda tek taraflı olarak feshedilebilecek.
İmzalanacak sözleşmeler 31 Aralık 2007 tarihine kadar geçerli olacak. Her takvim yılının 15 Aralık günü mesai saati bitimine kadar taraflardan biri feshi ihbar etmediği takdirde sözleşme aynı şartlarla 1 yıl daha uzamış sayılacak.
ÜNİVERSİTELER
"Sosyal Güvenlik Kurumu/Üniversiteler Sağlık Hizmetleri Protokolü" ise SGK tarafından karşılanan ayakta/yatarak muayene, tetkik, tahlil ve tedavinin teminine ilişkin usul ve esasları düzenliyor.
Buna göre, protokol hükümleri, taraf olan üniversite bünyesinde hizmet veren tüm sağlık kurum ve kuruluşları için geçerli olacak.
Üniversite, SGK'dan doğmuş ve doğacak alacaklarını hiçbir suretle devir ve temlik edemeyecek.
Protokolde, yürürlükte olan SGK Sağlık Uygulama Tebliği ve Ödeme Genelgesi'ndeki hükümler esas olacak.
Protokolün geçerlilik süresi ve devamında, özel sağlık kurum ve kuruluşları ile yapılan sözleşmedeki düzenleme geçerli olacak.
FATURA BEDELLERİNİN ÖDENMESİ
SGK'nın yayımladığı "Fatura Bedellerinin Ödenmesi"ne ilişkin genelgede de alınacak sağlık hizmeti bedellerinin ödenmesine ilişkin usul ve esaslara yer verildi.
Buna göre, sağlık kurum ve kuruluşları verdikleri hizmet karşılığı SGK adına biri ayaktan tedavilere, diğeri yatarak tedavilere ait olamak üzere 2 fatura düzenleyecek. Eczane ve optik faturaları ise provizyon sistemi üzerinden ödenecek.
Kuruma gelen faturalar, hizmet sunucunun talebi doğrultusunda ya seçilecek örneklem içinde ya da tamamen incelenecek, yapılacak değerlendirme sonunda ödemeler gerçekleştirilecek