18 Şubat 2008 Pazartesi

Mustafa Hakkinda Hersey

Mustafa hakkında her şey


Size Mustafa'nın hikâyesini anlatacağım bugün. 12 Aralık 1970'de Suriye sınırındaki bir köyde doğdu.Ana karnındayken, babası her şeyini kumarda kaybedince bir kamyonun altına atlayarak intihar etti.
Annesi Behiye, oğluna, ölen eşinin adını verdi. Mustafa 13 yaşındayken, üvey babası, kendisini aldattığı gerekçesiyle Behiye'yi oğlunun gözleri önünde kurşunlayarak öldürdü.
Mustafa cenazeden sonra sokağa terk edildi.
***
İstanbul'a gidip amcasının Kumkapı'daki otelinde çalıştı. Aksaray'da komilik yaptı. 6 sene kebapçılarda masa örtülerini yorgan yapıp masalarda yattı. Birkaç kez bıçakla yaralama gibi suçlardan yakalandı.
1990'da askere gitti. Hap kullanıp kendini kestiği için birliğinde 'Jiletçi Mustafa' diye tanınır olmuştu. 2 kez firar etti. 'Anti-sosyal kişilik' raporuyla terhis edildi.
1995'te Zeynep'e sevdalandı.
Tanışmalarından 15 gün sonra Zeynep, 'Gazi olaylarında' polis kurşunuyla öldürüldü.
***
Mustafa, intikamını almak için yanıp tutuştuğu Zeynep'in cenazesinde örgüte katıldı. Kısa bir silahlı eğitim gördü. Gazi olaylarından 6 ay sonra Maslak jandarma karakolunu taradı. İki eri şehit etti.
'Mustafa Duyar' adını Türkiye'ye duyuracak eylem emrini ise 1996 başında aldı:
Sakıp Sabancı'yı öldürecekti.
Sabancı o günlerde İrlanda ve Bask sorununun nasıl çözüldüğünü inceliyordu; hazırladığı 'Kürt Sorunu' raporuyla 'hoşa gitmeyecek' bir öneriyle ortaya çıkmak üzereydi.
Mustafa, 6 ay önceden Sabancı'da işe alınan Fehriye'nin yardımıyla Türkiye'nin en iyi korunan binalarından birine girdi; Özdemir Sabancı'yı, genel müdürünü ve sekreterini öldürdü. Önce binadan, sonra Türkiye'den rahatça kaçtı.
***
O yılın kasımında Susurluk patladı. Derin devletin birçok faili meçhul cinayette tetikçiler beslediği, Kürtlere para akıtan işadamlarını öldürttüğü ortaya çıktı.
Mustafa, Almanya'dan Şam'a geçmişti ve aklı karışmaya başlamıştı.
Kazada Çatlı'nın bulunduğu arabayı süren İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı'nın, bağlantılı olduğu temizlik şirketi aracılığıyla Fehriye'yi Sabancı'ya yerleştirdiği söyleniyordu.
TV'de Abdi İpekçi cinayetinin azmettiricisi olarak fotoğrafını gördüğü ülkücü Yalçın Özbey'le Almanya'da kendi saklandığı evde karşılaştığını hatırladı, dehşete kapıldı:
'İpekçi'yle Sabancı'yı aynı güçler mi öldürtmüştü?'
Mustafa, suikasttan sonra kendilerinden alınan Baretta marka silahın, Sedat Bucak'ın Susurluk'ta kaza yapan aracından çıktığını, konuyla ilgilenen ANAP milletvekili Eyüp Aşık'a telefonla bildirmişti. 'Sabancı'yı Güneydoğu işine el attığı için öldürmemiz istendi' demişti. Suikasttan 3 gün sonra birileri de onu öldürmeye çalışmıştı.
Örgüt kendisini yalnız bırakmıştı. Parasız, barınaksızdı. Nefrete kapıldı. Kullanıldığını anladı. Örgütün bunu hissedip kendisini takip ettiğini fark edince de Türkiye'nin Şam Büyükelçiliği'ne gidip teslim oldu.
Cezaevinde aynı örgüt davasından hükümlü Semra ile evlendi.
16 Ocak 1999'da doğan oğluna 'Özdemir' adını verdi. Bu, öldürdüğü adamın adıydı.
***
O günlerde büromu arayan 'örgütten' bir kişi 'Suikastçıların, olaydan sonra bir polisin yardımıyla kaçtıklarını' öne sürüyor, 'Bu işi devlet içinde bir kol yaptı. Bir iç hesaplaşma vardı. İşi bize çözdürdüler' diyordu.
İdamla yargılanan, anılarını kaleme almakta olan ve itirafçı affından yararlanmak için 'Bildiğim tüm sırları açıklamaya hazırım' diyen Duyar'la cezaevinde konuşmaya karar verdim.
Adalet Bakanı'na bu röportajın Susurluk'la ilgili ilginç bağlantıları ortaya serebileceğini söyleyerek izin istedim.
Bakan, Duyar'ın da istemesi kaydıyla şifahi izin verdi. Duyar'a sordular, 'Tamam' dedi. Yazılı izin bekliyordum.
Sonradan öğrendim ki, bana izin verecek merci, aynı günlerde Karagümrük çetesinin Afyon'a nakline izin vermiş.
Karagümrüklüler, Afyon'a nakledildikten 2 hafta sonra, 15 Şubat 1999'da Duyar'ı hücresinde öldürdüler.
***
Bugünlerde Belçika'dan gelen bir heyet, Fehriye Erdal'ın yeniden yargılanmasıyla ilgili inceleme yapıyor. Belçika iyi bilir bu işleri...
80'lerde Avrupa'yı istikrarsızlaştırma eylemleri düzenleyen Gladyo'nun bir kolu da Belçika'da çıkmıştı. Dünkü Taraf'ın hatırlattığı gibi 'onlar Gladyo ile hesaplaşmıştı'.
90'larda Belçika Gizli Ordusu'nu çözen Belçika makamları şimdi benzer bir düğümü çözmek için Türkiye'deler...
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek 'Günaydın' diyor, ama Türkiye hâlâ uyuyor.
Çünkü Susurluk yaşıyor ve o yaşadıkça, Mustafa'nın kendisi gibi babasını bilemeden yetim kalan oğlu Özdemir de babasının kaderini yaşamaya mahkûm görünüyor.

Can Dündar

13 Şubat 2008 Çarşamba

Burasi Turkiye..! Burdan Cikis Yok... Yuh artik..

YÜKSEL AYTUĞ - Sabah 5 Şubat 2008


Biz nasıl bu kadar duyarsız hale geldik?


Cumartesi gecesi saat 22.00 suları... Gözüm, Kanal 7'deki Mahmut Tuncer Şov'a takıldı. Birazdan anlatacaklarım, televizyon uğruna hep beraber nasıl "insanlıktan çıktığımızı" gözler önüne sermesi açısından ibret vesikası niteliğindedir. Anlatacaklarımın hepsi, birebir yaşanmış ve iki kez kayıtlardan kontrol edilmiş "gerçek" görüntülerdir. Lütfen "gazetenizin ayarları ile" oynamayın. İşte o "tarihi" program: Mahmut Tuncer her hafta olduğu gibi bir çifte canlı yayında resmi nikah kıyacaktı. Bu sürprizi damadın babasına da telefonla bildirdiler.

Adam araç kullanıyordu. Birkaç dakika sonra adamla yeniden telefon bağlantısı kuruldu. Damadın babası güçlükle konuşarak, "Ben kaza geçirdim. Arabayı yan yatırdım, Şimdi acil servisteyim. Müşahede altına alındım" dedi. Belli ki müjdeli haber dikkatini dağıtmış, buzlu yolda kayan aracı devrilmişti. Bu arada müstakbel kayınpederin stüdyoda bulunan eşi, yani damadın annesi aldığı bu haberle fenalaşıp, yere yığıldı. Hemen reklam arası verildi. Dönüşte Mahmut Tuncer
ne yapacağını bilemez haldeydi. Zira kayınvalide stüdyoda bir sedyede baygın yatıyor, kızı başında ağlıyor, sağlık ekipleri acil müdahalede bulunuyordu.

TÜRKÜLERE DEVAM
Damat Zafer ise babasının ve annesinin durumuyla yıkılmış, başı ellerinin arasında gözyaşı döküyordu. Gelin Şehnaz da en mutlu gününde büyük bir şaşkınlık ve üzüntü yaşıyordu. Mahmut Tuncer, "Bu durumda belki programı yapmayabilirim. Kusura bakmayın" dedi. Bu arada stüdyoda bayılan annenin tansiyonunun 2'ye 5 olduğunu söyleyince damat iyice panikledi. Tuncer daha sonra topu, stüdyodaki türkücü konuklarına bırakmayı uygun gördü. "Kürşat
kardeş sen en iyisi bir türkü söyle ben de bu arada hanım teyzemizle ilgileneyim" dedi. Kürşat söylemeye başladı. "Her dem Azrail gelip, canımı ister. Boynumda bir ilmik, ecel tuzakta. Olsun be güzelim, varlığın yeter..." Bu arada sedyedeki kadına serum takılıyordu. Endişe içindeki kızı,
annesinin ellerine sarılmış, kamera ellere yakın plan çekim yapıyor.

Sanırsınız ki, "fırsat bu fırsat" şarkıya klip çekiliyor!.. Diğer yanda stüdyodaki genç kızların elleri havada, bir o yana bir bu yana sallanıp, şarkıya eşlik ediyorlar. Kürşat coşmuş bir kere: "Boynumda bir ilmek, ecel
tuzakta... Olsun be güzelim, varlığın yeteeer..." Aynı anda gelin Şehnaz, beyaz duvağıyla kayınvalidesinin üzerine kapaklanmış.

Stüdyodaki izleyiciler, şarkıyı bitiren Kürşat'a bağırıyor: "Bi daha, bi daha!.." Mahmut Tuncer acil servisteki babayla yeniden telefon irtibatı sağlıyor: "Baba sen bize dedin ki acildeyim, müşahede altındayım... Biz burada müşahede altına girdik vallahi... Bu arada hanımınızı da tebrik ederiz. Sizi o kadar seviyor ki, düştü bayıldı burada. Ama oğlunuz ağlıyor..." (Yahu, acil servisteki babaya söylenecek söz mü bu?) O sırada babanın sesi kesiliyor. Mahmut Tuncer endişeyle, adamın oğluna yani damada dönüyor: "Baba iyi değil herhalde. İyi olsa konuşurdu çünkü. Baban iyi mi, sen tanırsın! Sesi iyi miydi?" Damat şaşkın: "Değildi herhalde."

HEM SERUM HEM TÜRKÜ

Mahmut Tuncer bu sefer diğer türkücü konuğu Seyfi Doğanay'a dönüyor: "Seyfi Ağabey bir şarkı söyler misin?" Doğanay isteksiz: "Yok, söyleyemem şimdi." Tuncer ısrarlı: "Abi ama hayat devam ediyor. Bir tarafta cenaze bir tarafta düğün. Hayat da böyle bir şey işte..." İkna olan Seyfi Doğanay, acıklı türküsüne başlıyor: "Oldu gelin, oldu gelin, gözleri yaş doldu gelin. Ben
seni sevemedim, neden boynun büktün gelin..." (Sanki bu geceye özel repertuar, önceden hazırlanmış) Bu arada damat, elleri başının arasında gözyaşı döküyor. Gelinin de makyajı akmış. Sağlık ekipleri baygın yatan anneye serum takmaya çalışıyor.

Stüdyodaki kızlar simli mendil sallayıp, oturdukları yerden oynuyor. Bazıları dayanamayarak ayağa kalkıyor ve göbek atıp, halay çekmeye başlıyor... Kadın hala sedyede ve yaralı babadan henüz haber yok... Mahmut Tuncer eline mikrofonu alıp bir uzun havaya başlıyor.

Kürşat ile Seyfi Doğanay da ona katılıyorlar: "Yolcu yoluna kurban oliim, kalmadı derman bendeee..." Stüdyo kızları zılgıt çekiyor, eler havada, mendiller sallanıyor. Sonunda hep beraber "Urfa'nın etrafı dumanlı dağlar" a bağlıyorlar. "Gezme ceylan bu dağlarda, seni avlarlar. Aneyden, babeyden, yardan ayrı koyarlaaaar..." Türkü bitiminde Mahmut Tuncer, "Hazır söz
ceylandan açılmışken bizim Urfa Ceylanpınar'da devlet ceylan yetiştirip, doğaya salıyor, biliyor musunuz?" diyor. Bana göre iş çoktan kontrolden çıktı ama nedense stüdyoda kimse bunun farkında değil. Rejiden ikaz eden de yok.

Damadın annesiyle babası ölüm-kalım savaşı veriyor ama düğün gecesi canlı yayında "tüm hızıyla" devam ediyor. Reklam arasından sonra stüdyoda
nikah masası kurulmuş. Bir belediye başkanı, önünde defterle masada. Gelin ile damat gözyaşı dökmeye devam ediyor. Mahmut Tuncer "Bu akşamki trafiğimiz biraz virajlı oldu ama ne yapalım bu nikahı kıymak zorundayız" diyor. Başkan, "Saat 12'ye kadar kıymamız lazım, yoksa tarih değişecek" diyor. Mahmut Tuncer "Güngören'deki bir sahayı çimlendirdim. Adı Mahmut Tuncer Tesisleri oldu. Bütün halkımız burada ücretsiz spor yapabilir" diyor.

Bu araya bu cümleleri niye sıkıştırdığını kimse bilemiyor. Gözlerini, ceketinin koluna silen damat "Annem orada baygın, babamın ne olduğu belli değil. Telefonlarına ulaşamıyoruz" diye ağlıyor. Mahmut Tuncer, stüdyonun diğer ucuna, sedyedeki kadına sesleniyor: "Anne iyi misin? İyiysen bir el salla bize... Hah, bak el sallıyor." Damat cayıyor: "Ben bu nikahın yapılmasını istemiyorum..." Mahmut Tuncer bozuluyor: "Yahu olur mu? Biz burada her şeyi, sanatçıları filan ayarlamışız. Olan olmuş, kalan sağlar bizimdir." (Vallahi de billahi de böyle söylüyor)

KASAP ET DERDİNDE

Bu arada Şanlıurfa'dan bağlanan "kirve", gelin ve damadın tüm beyaz eşya ihtiyacını karşılama sözü veriyor. Ayrıca, "Mahmut Ağabey her hafta olduğu gibi bize yine keyifli, neşeli bir program izlettiriyorsun" diyor. (Yahu iki kişi can çekişiyor, ne keyfi?) Mahmut Tuncer, "Artık beyaz eşyalara elektrik süpürgesi de dahil oldu, onu da verecek misin?" diyor. Kirve "He, vereceğim"
diyor. Arada damat, telefonla yaralı babasına ulaşıyor. Annesinin yanına gidiyor. İkisinin de "iyice" olduğunu öğrenince rahatlıyor ve nikah kıyılıyor.

İmzalardan sonra vur patlasın, çal oynasın... Tepeden konfetiler yağıyor, sedyedeki kayınvalidenin üzerine... Stüdyo kızları, folklor ekibiyle birlikte halay çekiyor. Bekliyorum ki, finalde Mahmut Tuncer kameranın karşısına geçip, "Bunların hepsi birer şakaydı sayın seyirciler. Biraz eşek şakası oldu ama olsun" diyecek. Yok, demiyor...

Onlar eriyor muradına, ben yanıyorum insanlığımıza...